Aşırı bahtiyarlık…*

Milyon dolarlık kule vinçlerin, bir işçinin yıllık maaşına denk akıllı vitrifiyelerin, değme fabrikanın hidrolik ya da hava basınçlı sistemlerinden daha sofistike ısıtma-soğutma sistemlerinin kullanıldığı bir “inşaat”… Teknolojinin değişik ileri örneklerinin en kısa zamanda en fazla kârı elde etmek üzere içinde toplandığı bir kompleks. En gelişkininden, akıllısından asansörlerle donatılan bir “mega” projede, bozuk olduğu biline biline çalıştırılan bir asansörün “çarptıra çarptıra” durdurulamaması sonucu yere çakılmak…

Patronun kâr hırsı, sömürüde sınır tanımazlığı falan yetmiyor açıklamaya. Soma’da da yetmiyordu. Torun Center denilen distopik inşaatta hiç yetmiyor. Muhtemelen yatırım tutarına göre elde edilmesi beklenen kâr hesabında dünyanın gelmiş geçmiş en kârlı inşaat projelerinden biri seçilebilecek bir projeden bahsediyoruz, TOKİ’nin “hasılat paylaşımı” adı altında İstanbul’un göbeğindeki arsasını hediye ettiği, “mal sahibi” değilmiş gibi davrandığı “Torun Center”dan. Evet siyasi iktidar, sadece denetim eksiğinden ötürü değil, hukuken hâlâ kamuya ait olan bir alanda gerçekleştiği için de doğrudan sorumlu 10 işçi kardeşimizin ölümünden.

Ortada dönen para çok büyük. Daha fazla kâr güdüsüne dayanan bir ihmalden çok halkı bu kadar rahat uyutabilmeye, bu kadar kolay soyabilmeye duyulan güven var cinayetlerin arkasında. Ellerinde tonla olanakla emekçilere bu kadar kötü koşulları dayatma cüretini şehrin göbeğinde bu kadar büyük bir talanı yutturabilmekten aldıkları açık. İhale sırasında üzerinde anlaşılan hasılat 1 milyar 175 milyon lira idi. Bu tutarın 475 milyon lirasını TOKİ alırken, biri konut, ikisi ofisten oluşan üç kulenin yatırım maliyeti 425 milyon lira olarak hesaplanıyor, 275 milyon lira da Torunlar’ın cebine kalıyordu. Tabii ki gerçek hasılatın zikredilen tutarın çok üzerine çıkması bekleniyor. Konutların metrekare satış fiyatı 5 bin 500 dolardan, ofislerinki ise 4 bin 500 dolardan başlıyor. Ortalama metrekare satış fiyatının 6 bin doları rahatlıkla bulacağı tahmininden hareketle hasılatın 1,7-1,8 milyar liraya ulaşması, TOKİ ya da arsa payı dahil 900 milyon lira civarında maliyeti olan projeden Torunlar’ın 700-800 milyon lira kâr elde etmesi gerçekçi bir tahmin. Böyle bir yatırımda yüzde 45-50’lere ulaşan kârlılığa ne Türkiye’de ne de dünyanın başka bir yerinde rastlamak mümkün.

425 milyon lira olarak hesaplanan inşaat maliyetinin ise en bol hesapla en fazla yüzde 15-20’sini işgücü oluşturuyor. Kalan yüzde 80 iş makinaları, çeşitli ekipmanlar, malzemeler, proje gibi inşaat teknolojisi ve mimari unsurlardan kaynaklanıyor.

Bu tuhaf hesap-kitap ortadaki meselenin tekil kapitalistlerin daha fazla kâr güdüsünden ibaret olmadığını daha anlaşılır kılabilmek için. Peşkeş çekilen kamu arazisine inşaat teknolojisinin en son olanaklarıyla kuleler dikiliyor. Akıl almaz fiyatlara satılıyor. Ülkenin en büyük sanayi tesislerinin 5-10 yıllık kârı birkaç yıl içinde elde ediliyor... Daha ötesi olmayan bir tablo.

Birkaç fazla semirmiş AKP yandaşı patronun “fıtratı” yukarıdaki tabloyu doğru anlamaya yetmez. Sermaye sınıfının “fıtratı”, daha fazla kâr daha fazla sömürü aranışı da yetersiz kalır. Yapılan işin “doğası gereği” elinin altındaki olanaklarla kayda değmez maliyetlere katlanmamak kâr hesabının ötesine bakmayı zorunlu kılıyor. “Sömürücü” tanımı bugünün Türkiyesi’nde artık sermaye sınıfını tanımlamaya yetmiyor. İnsana dair her şeyi “yok etme”ye evrilmiş, bu davranışı toplumsal ölçeğe yaymanın güveniyle, rahatlığıyla hareket ederek saldıran bir sınıftan söz etmek durumundayız.

Bu yok edicilik, kıyıcılık Türkiye kapitalizminin ulaştığı irrasyonelliğin sonucu. İnşaat baronları, eşanlı çalışmak, daha çok kazanmak için ülkeyi son teknoloji iş makineleriyle doldurdu. Bu furya geçtiğinde büyük bir iş makinesi çöplüğümüz olacağına şüphe yok. AKP’nin “beton cumhuriyeti” döneminde çılgınca ithalat yapıldı, yıllık 3-4 milyar dolarlık ithalatla Avrupa’nın en büyük dördüncü pazarı haline geldi Türkiye. Sadece iş makineleri değil, yurtdışı işler de dahil edildiğinde “şantiye teknolojisi” de çok gelişti ve aynı zamanda prefabrike yapıların üretiminin artması gibi gelişmelerle maliyetler de 10-15 yıl öncesine göre düştü. Büyük projeler söz konusu olduğunda inşaat sektörünü emek-yoğun bir süreç olarak düşünmemek gerekiyor artık. Sadece işçilere dayatılan ölümcül çalışma koşullarıyla yarattıkları lüks yapılar arasında tezat yok. Her boyutuyla teknolojinin yoğun kullanıldığı, her tür organizasyonun profesyonelleştiği, ölçeklere bağlı olarak birim maliyetlerin düştüğü inşaat prosesiyle çalışma koşulları arasındaki tezat da akıl sınırlarını zorluyor.

Uyanmak bu kadar zor mu? Kapitalizmin patlayan dikişlerine yama yapılmasını ummak mı daha gerçekçi, yoksa yeni bir düzene işaret etmek mi?

---

*Kanadalı yazar Alice Munro’nun Türkçe’ye “Bazı Kadınlar” olarak çevrilen kitabının orijinal adı “Too Much Happiness” “Aşırı Mutluluk” olarak çevrilmeli ama başlıkta aşırı ile yetinmeyip mutluluktan daha kuvvetli bir sözcüğü, bahtiyarlığı tercih ettim. Munro’nun okurken canınızı yakan sertlikteki kadın hikayelerini solda sıfır bırakan bir gerçekliğin içinde yaşadığımız için…