Mendilci Çocuk ve Astyanaks

Deniz Saraçer

Blog: Serbest Kürsü

Mendil satan Suriyeli bir çocuğun İzmir’de esnaf tarafından dövülmesinin üzerinden yaklaşık iki hafta geçti. Adını bile bilmiyoruz, mendil satan Suriyeli çocuk işte. Savaştan önceki hayatına dair hiçbir bilgimiz yok. Belki ailesiyle birlikte, hepimizin normal olarak nitelendirdiği bir hayat yaşıyordu. En büyük derdi okul çıkışı yapacağı futbol maçı veya sonraki haftaki matematik sınavıydı. Ardından savaş…

Geriye kalan şey annesi ve babasının nerede olduğunu bilmediğimiz bir çocuk. Nereli olduğunun bir önemi yok. Yakın gelecekte Mardinli veya Manisalı da olabilir.

Heredot’un “Barışta oğullar babalarını gömer, savaşta ise babalar oğullarını gömer.” sözünün ilerisine adım atamadık henüz. İsminin önündeki unvanları sayamadığımız anlı şanlı “aydınlar” bile barış hakkında konuşurken aynı şeyden bahsediyor hâlâ: Analar ağlamasın!

Analar ve babaların ağlamaması üzerine kurgulanan bir barış propagandası yürütüyoruz yani. Meseleleri sloganlara hapsederek yerimizde sayma alışkanlığımızın bir uzantısı bu durum da. Hapsolduğumuz dar kalıplar kendimizi ifade edebilmemizin olanaklarını kısıtlıyor.

Analar ve babalarla ilgileniyoruz sürekli. Savaş mağduru Suriyeli çocuk ise ancak dayak yediği zaman aklımıza geliyor. Truva prensi Hektor öldükten sonra annesi Hekabe’nin yaktığı ağıtları, babası Priamos’un oğlunun katilinin ayağına kadar giderek cenazesini teslim aldığını çoğumuz biliriz. Oysa Hektor’un ardında bıraktığı çocuğun adı da başına gelenler de pek bilinmez. Astyanaks babası öldüğünde daha yürüyecek olgunluğa bile erişememiştir. Truva düştüğünde ise Akhaların bir savaşçısı tarafından (Azra Erhat bu savaşçının Akhilleus veya Odysseus olduğunu söyler) surlardan aşağı atılarak öldürülür.

Belki de dikkatimizi Suriyeli mendilci çocuğa ve Astyanaks’a yönlendirmeliyiz. Yeni insanı yaratma iddiasını taşıyorsak, bu idealin öznesini de nesnesini de çocuklarımız oluşturacak. Babasının tabutunun arkasından gözyaşı döken bir çocuğun, gelecekteki yaşantısında babasını taşıyan cenaze aracının gittiği yolun sınırlarını aşabileceğini düşünmek iyimser bir beklenti olacaktır.

Orta Doğu, emperyalizmin adım attığı günden beri savaş coğrafyası. Biliyoruz ki bu topraklarda yapılan savaşların galibi olmadı, olmuyor ve olmayacak. Önümüzdeki olasılık ise Kürt özgürlük hareketi ve TSK arasında yaşanan çatışmalar değil, Suriye’de yaşanan gibi basbayağı bir iç savaş. Olası bir Türk-Kürt savaşında taraf olmak sadece sol için değil, bu ülkedeki herkes için felakettir. Prestijli diplomaların, uzun CV’lerin, saygın mesleklerin veya dolgun banka hesaplarının bu savaşta önemi kalmayacak.

Malum kişi zamanında “Bitaraf olan bertaraf olur.” demişti hani; şu an durum bunun tam tersi.

Bugün taraf olan bertaraf olur.

İlk çatışmanın yaşandığı gün emekçiler ve yoksullar kaybetmişti. Bundan sonra da kaybeden onlar olacak. Feda edilmeye hazır olan, emekçilerin ve yoksulların çocuklarıdır. Kuru bir kardeşlik söyleminin artık modası geçti. Kürt emekçisi ile Türk burjuvazisi, Türk emekçisi ile Kürt burjuvazisi hiçbir zaman kardeş değildi. Zaten böyle bir kardeşlik mümkün olamaz. Yani aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere.

İlle de savaş diyorsanız emeğin savaşını vermek için örgütlenelim.

İlle de analar ağlamasın diyorsanız da Avusturya İşçi Marşı’nı hatırlatalım: “Anamız amele sınıfıdır!”

Anamız artık ağlamasın.