Yeni Solun Yeni Zamanı

Öncelik, malum olduğu üzere, hep tersinden işler. Zamanın, kendi ruhuna uygun bir sol, veya, daha marksist bir ifade biçimi seçersek, maddi koşulların, kendisine uygun bir siyaset ve bu arada sol yarattığından hareket edilir hep. Bu, eski solun, artık aşılmış formülasyonlarından veya takıntılarından biridir. Tümüyle ve içinden çıktığı zamanın ya da maddi koşulların içinde, elbette yanlış değildir. Ama biz bugün bir de tersinden sormak zorundayız. Çünkü artık zaman tersinden de akıyor.

Soru: Eğer yaşadığımız koşullar belli bir sol yerleşiklik için bastırıyorsa, buna direnen bir sol inadın zamanın ruhunu veya maddi koşulları etkilememesi mümkün olabilir mi?

Entelektüel şiddetimizin bugün geldiği noktaya bakarsak, daha açık bir ifadeyle, Türkiye’de marksist-leninist damarın son iki on yıldaki büyük kuramsal-siyasal atılımını göz ardı etmezsek, böyle bir şansın varlığını da kabullenmek zorunda kalırız. Bu, iyi bir zorunluluktur.

Böyle şeyler hep olur.

Merdan Yanardağ’ın geçen haftaki vurgusuyla bağlantı kurarak da yineleyelebiliriz: Merdan, 12 Eylül 1980 öncesinde Türkiye devrimcilerinin tarihsel ve dünya ölçeğinde bir şansı kaçırdığını yazdı. 1989-90 küresel kapitalist restorasyonunu bile önleyecek, dünya sosyalizmini yeni ufuklara taşıyabilecek bir şans yatıyordu Türkiye’de. Heba edildi. Yanardağ’ın tümüyle katıldığımız bu saptamasından hareketle, bugünden yarına başka türlü bakabileceğimizi, yani önümüzde başka fırsatların yattığını da görmek zorundayız. Aslında Merdan Yanardağ’ın saptamalarını, ondan kısa bir süre önce de Oğuzhan Müftüoğlu, 12 Eylül’ün mağduru değil, "12 Eylül’ün muhatabı" olduklarını hatırlatarak, kendi açısından paylaşmıştı. Bu konuda geniş bir çevrede görüş birliği sağlanmış olduğunu düşünebiliriz. Demek ki, "İnsanlık Türkiye’de kaybetti, yine Türkiye’de kazanabilir."

Türkiye solu, 30 yıl önce dünya tarihindeki büyük geri çekilişi önleyecek bir iktidar şansına sahipti. Bunu, çok küçük hesaplarla, beş para etmez sol cemaatçilikle heba ettiği anlaşılıyor. Türkiye solunda egemen yönetici tipi, 30 yıl önce, bugünün Ufuk Uras tipindeki "fonksiyonerlerinden" oluşuyordu solumuz CHP’ciliğiyle sosyalist bir iktidarı elinin tersiyle iterek, hem kendi felaketine yürüdü hem de dünyayı bir uçurumun içine bırakmış oldu. Tersi durumda, dünya solu büyük bır sıçrama gerçekleştirebilecek durumdaydı.

O fırsatı ezen "öncülerin" büyük bölümü de bugün zaten çoktan "pişmancılar" veya "gerçekçiler" kampında keyif çatmaktadır. Kullanılmaya devam ediyorlar.

Bunun yinelenmemesi gerekir.

Mümkün mü?

Mümkün: Bize yönelik büyük saldırının bir büyük koalisyon üzerinde yükseldiğini görüyorsak, kırılganlığını saptamak ve Türkiye’nin devrimci solunda bir tarihsel uzlaşma, bir büyük koalisyon gerçekleştirmek zorundayız. Savunmak için değil. İktidar için. Bu, mümkündür.

Kürt halkına saldırılarında pervasızlaşan iktidarın, AkP-AsP koalisyonuyla bu koalisyonun CHP-MHP destekçilerinin, birçok yanından açıklar verdiğine tanık oluyoruz. Bu, yeni bir durum yaratıyor. Sonuçsuz kalamaz. Yılan gömlek değiştirmek zorunda. En korunmasız zamanlarına doğru ilerliyor.

Yeni bir çerçeve kuruluyor.

Metin Çulhaoğlu, yıllar önce, TKP-TİP devamlılığına dikkat çektiği bir tarihsel çalışmasında, TİP’in, kendisinden önceki sol hareketin, geçmişin yetersizliği sonucu doğduğuna dikkat çekmişti. Haklıydı. Eski TKP ile bir ileri adım atmak mümkün olamazdı. TİP’in 1961 sonrasındaki doğumu tarihsel bir yükümlülük ve zorunlulukla gerçekleşmiştir. Ama sonrasında da duramayız. 60’ların sonunda hadi çok genel bir ifade ile söyleyelim, "Dev-Genç çizgisi" de TİP’in temsil ettiği bir yetersizliğin üzerinde yükselmişti. Burada artık hangi çizginin haklı olduğunun hiçbir önemi yok. Burada önemli olan, aynı tarihsel aralıkta ortaya çıkan devrimci hareketler arasında, bir "sen haksızsın, yanlışsın, ben haklıyım, doğruyum" kavgasına yer kalmadığını görmektir. İktidar kararlılığı, bu kırılganlığın tek tutkalıdır. Geçmiş, dersler içeriyor. Maalesef, Dev-Genç ve sonraki yılların en kitlesel sol hareketi Dev-Yol, en az muarızları kadar keskin bir tavırla, kendi çizgisinin tek ve egemen bir alan-çizgi oluşturduğunda ısrar etti. İktidar falan istemedi. Diğerleri de farklı değildi. Siyaset bu nedenle tıkandı. Hep birlikte yenildik. Işığı farklı yerlere tuttuğumuzu bir türlü birbirimize itiraf edemedik.

Birbirimizi tamamladığımızı görürsek, ancak o zaman bir tarihsel uzlaşmayı gerçekleştirebiliriz.

Birbirimizi düşman ve engel görürsek, yakın bir gelecekte "nihai felaketimizin" üzerine kapaklanacağımız kesindir.

Türkiye solunun, tabii bu egemen rezilliklerden "kurucu meclis" bekleyecek kadar küçülenlerden söz etmiyoruz, onlar sola çoktan veda etmiş düşük kapasiteli emeklilerdir, ama devrimci bir solun çeşitli katmanlarıyla bir tamamlayıcı işlev üstlendiğini birbirine -açıkça olmasa bile- itiraf etmesi, felaketimizi bir kurtuluş ve yeniden kuruluşa çevirebilecek dinamikler içeriyor.

Demek ki, tablo çok da karamsar değil.

Sevindirici gelişmeler var. 30 yıl öncesinden farklıyız: Bugün devrimci Türkiye solunu, ana çizgileriyle iki büyük tarihsel devrimci çizginin temsilcileri taşıyor. İki parti, TKP ve ÖDP, parti ciddiyetinde ısrarlıdır ve Türkiye’yi uçuruma bırakmayacaklarını ilan ediyorlar. 70’lerde Türkiye işçi sınıfında yaygın olan geleneksel sol çizgiyle, dönemin gereklerinden doğmuş en kitlesel sol çizgi, Dev-Genç geleneğinin temsilcileri, bugün bir ortak payda üzerinde yeniden birbirine bakıyor. Geçmişten çok farklıdırlar.

İyi olan budur.

Bu, bir beraberliktir. Değil midir?

Yeni bir sol, er ya da geç, mutlaka yeni bir zaman da yaratır. Koşulları zorlar ve yeniler. Hem de hiç umulmadık bir hızla... Görürüz...