Yeni Rejim Soruları

Galiba bir şeye çok güveniyorlar: Bu toplumu paramparça ettiklerinden eminler. Yeterince atomize olmuş bir sürünün, ekran önünden kendini koparıp en fazla bir camiye atabilecek kadar gücü kaldığı anlaşılan bu tuhaf kalabalığın, artık dirençle falan bir ilgisinin olamayacağını düşünüyorlar.

Egemen sınıflarımız böyle.

Onların hık deyicileri de öyle: Tüccar imamların “mütemmim cüzleri” konumundaki liberal sürü... “Demokrat sürü” de diyebiliriz. Badem bıyıklı veya türbanlı bu kapitalist militanlarla, kendisini muhalif ve hatta solcu sanan eski solun döküntüleri arasında ciddiye alınabilecek bir fark yok. İlle de aranırsa bulunacak olan fark, sonuçta, bu iki kümeyi birbirinin “tamamlayıcı parçası” haline getiriyor.

İyi.

Soru, şu: Böyle bir ülkede, toplumda, coğrafyada, egemenlerin iktidar şansı artar mı, azalır mı? Adamlar zaten iktidar, bizim demek istediğimiz, bu iktidarın kalıcılığı artar mı, azalır mı?

Aslında sadece bu verilerle hareket edersek, bir dışsal ve görece bağımsız değişkeni denkleme ithal etmezsek, toplumu tarihsizleştirmiş oluruz: Devrimci müdahale, egemenlerin hesaba katmadığı, katamadığı bir sürprizdir. Bir kıvılcım. O kıvılcım olmadıkça, bu çöplük, varlığını, büyüyerek ve içindeki yaratıkları da çöplüğe uydurararak sürdürür. Galiba normal şartlarda kimsenin dikkatini çekmeyen, ama biriken bir metan gazından söz ediyoruz.

Türkiye’de somutlaştıralım.

Tüm gözenekleriyle kapitalist, dinci, milliyetçi ve elbette liberal bir ısrarın, “gözü karalığın” da diyebiliriz, elinde esir Türkiye toplumu, mevcut haliyle sol bir iktidar şansı taşıyor mu? Var mı öyle bir olanak? Olasılık?

Oligarşinin kuşlarına göre, yok. En azından ilk bakışta öyle.

İyi de, o zaman nedir bu gizli telaş? Neden “Büyük Koalisyon” partileri, askeriyle, polisiyle, laik ve dinci zenginleriyle, Türk ve Kürt zenginleriyle, birbirini dövüp duruyor?

Kabul edelim ki, bir anda tüm dengelerin değişebileceğini fark edecek kadar sınıfsal yönetim bilgisine, daha doğrusu “yönetim duygusuna” sahipler. Oligarşi, bugünlerde, daha önce hiç almadığı bir yumruktan çekiniyor olabilir. Görmüyor, inanmıyor, ama böyle bir tedirginliğe de engel olamıyor.

Galiba tıkanma orada: Çözülen ve çöken, Türkleri de en az Kürtleri kadar ayrılıkçılaşmış bir ülkede, mevcut iktidar, ancak tanımadığı bir yumruğu hiç beklemediği bir yönden alırsa yıkılacağını unutmaya teşnedir. Unutmak istediğini, hiç olmaz sanıyor.

Bağlayabiliriz: “Bilim ve Gelecek” dergisinin “Liberal-Muhafazakâr Sentez” başlıklı son sayısında Fatih Yaşlı, yeni rejimin paradigmasını analiz ederken, Şerif Mardin’den Hasan Bülent Kahraman’a, ondan Mümtaz’er Türköne’ye kadar bir sürü kağıttan kaplanın (“câzip ve kâzip şöhretin”) tozunu almak-atmak zorunda kalıyor. Çıkardığı sonuç, doğru ve yol açıcıdır:

“Her yeni rejim yeni bir resmi ideolojiye ve yeni bir tarih yazımına ihtiyaç duyuyor. 1923 paradigmasının sona ermesi ve yerine liberalizmle muhafazakârlığın sentezinden müteşekkil bir yeni rejim, ikinci bir cumhuriyet kurulması sürecinde, yeni rejimin organik aydınları kendi teorik-tarihsel kökenlerini keşfediyor, kendi üst anlatılarını oluşturuyor ve yakın dönem tarihi, yeni rejimin ideolojik tahkimatını sağlamak adına tahrif ederek yeniden yazıyor. Eşit ve özgür bir dünya mücadelesi verenlerin, diktatoryal bir nitelik taşıyan liberal-muhafazakâr yeni rejimin ve onun meşruiyetini sağlayan organik aydınlar olan liberal-muhafazakâr entelijansiyanın karşısına, hem yeni bir rejim, yeni bir cumhuriyet fikriyle hem de yeni bir hegemonya projesiyle çıkmaları gerekiyor.”

Aynı dergide, doğrusu eşine çok sık rastlayamayacağımız bir başka genç yetenek, Aytek Soner Alpan, “Modern Türkiye Tarihyazımında Süreklilik-Kopuş” başlıklı makalesinde, “İdeoloji ve liderlik alanlarında son dönem Osmanlı ile erken dönem Cumhuriyet arasındaki geçişkenlikler üzerine literatürdeki değerlendirmelere” baktıktan sonra geldiği noktayı vurgularken, “Sorunun çözümü için sorunun yeniden kurgulanması gereklidir” diyor. Artık soru’ların yeniden kurgulandığı bir zamanda yaşıyoruz.

İşte düşmanlarımızın, bunun kokusunu aldığını düşünebiliriz.

Genç arkadaşlarımız, Fatih Yaşlı, Aytek Soner Alpan, Barış Zeren, bu çalışmalarını kaleme alırken belki de hiç akıllarında olmayan bir şeyi kanıtlamış oluyorlar: Eski sol, bu çöplüğün soludur. Yeni solumuz ise uzunca bir süredir tüm soruları yeniden kurgulamayı başarmış, hem akademiye hem de sokağa aynı anda ağırlığını koymaya başlamıştır.

Egemen sınıfın vahşi hayvanları, bu kıvılcımın tedirginliğiyle nobranlaşıyor olabilir.