Türk gericiliğinde Alman demokratik damgası

Gericilik ve Alman sözcükleri bir arada kullanıldığında, tuhaf ama, insanların aklına hemen nazizm ve türevleri geliyor. Hadise de bir anda arkaikleşiyor. Oysa durum bugün çok farklı ve demokratik boyutlar almış bulunuyor. Başlarken "tuhaf ama" dedik, çünkü Türkiye'de en çok ve başarıyla kullanılan Batı dili Almanca, ayrıca halen Almanya'da 3 milyona yakın Türkçeli insan yaşadığını, bu arada Türkiye ekonomisinin neredeyse rakipsiz sahibinin Alman şirketleri olduğunu biliyoruz. Türkiye'nin dış ticaretinde ve reel ekonomisinde rakip tanımıyorlar. Belki buradan da güç alarak, Türk ve uzun bir süredir de Kürt gericiliğinin asıl öğretmen veya sponsoru, klasik Alman sağı falan değil, adıyla sanıyla Alman sosyal demokrasisi veya yeşil hareketi, hatta -ve ne yazık ki geniş bir kesimiyle- Sol Parti hareketidir. Bunların demokratik çabaları sonucu gelinen bir nokta var: Türkiye son 30 yılda Alman kamuoyu ve siyasetinin gözünde tam bir anomali konumundadır. Gereksizleşmiştir. Ama büyük bir sorundur. örneğin, çöküş sürecinde de olsa, 73 milyonluk varlığıyla hâlâ büyük bir tehdittir. Yugoslavya'yı, Irak'ı alan geride bırakan boyutlarda bir tehdit.

O halde?

O halde istikrarsızlaştırılması, kırpılması ve uygun zamanda da bitirilmesi, yani etkisizleştirilmesi gerekmektedir: Türkiye, Batı ve onun "efektif" öncüsü Almanya'nın gözünde artık böyledir. Fiilen zaten bitmiştir. Formalitenin tamamlanması şarttır. İsteyen o formaliteyi, demokratikleşme veya AkParti şakşakçılığı olarak anlayabilir.

Tarih kötüdür.

100 yıl önce...

100 yıl sonra...

Almanya, yakın dönem Türkiye siyasetinde ve ekonomisinde ne zaman tüm dizginleri ele alsa, arkasından bu topraklar büyük bir felaket yaşamıştır. En azından geçen yüzyılın başında yaşamıştı.

Yaklaşık bir yüzyıl önce, 1915, Anadolu toprakları üzerinde işlenen büyük kitlesel cinayetler, Balkanların Türklükten büyük ölçüde temizlenmesi, hep "Alman nüfuzunun" bir sonucuydu. Ermeni felaketimiz dahil. En çok da o.

Nasıl mı?

Hitler'i iktidara taşıyan militaristler, tarih içinde karşılaştırılamaz ölçülerdeki barbarlıklarını ("Holocaust"), önce Türkleri ve Kürtleri kullanarak Ermeni halkı üzerinde denediler. Halkları birbirine kırdırma stajlarını Türkiye'de yaptılar, o stajdan Yahudi soykırımını türettiler. Halkları yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan koparan kanlı tehcir planlarını Anadolu'da gerçekleştirdiler. Alman genelkurmayı Osmanlı genelkurmayını avuçlarının içine almıştı ve dönemin "genç Alman uzmanları" kanlı Ermeni tehcirini, bir katliamı, Yahudi sorununun nihai çözümüne giden yolda bir deneme olarak Anadolu toprakları üzerinde sahnelediler. Bugün Alman demokrasisinin yemlediği uşaklar, bunu unutturmayı demokrasi sayıyor olabilir, ama her şey o kadar ortada ki, sonunda Feroz Ahmad gibi adamlar bile "Galiba bu kanlı olayda Berlin'in sorumluluğu var" demeye başladı.

Peki...

Oraya sonra yeniden gireceğiz. Max Erwin von Sheubner-Richter, Hans Freiherr von Wangenheim, Paul Graf Wolff Metternich ve asıl önemlisi, Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında "Konstantinopel"daki sıra sıra yüzbaşılar, binbaşılar, Alman askeri uzmanları, hatta generalleri ve en önemlisi Alman ekonomisinin temsilcileri, aradan 15-20 yıl geçince Hitler'in iktidara yükselişinde söz ve rol sahibi olmuştu. Hitler'e ilk brifingi, Ermeni faciasını sahneleyenler bizzat vermiş olmalıdır. Dr. Yalçın Küçük ve Anadolu'nun hıristiyansızlaştırılması savaşlarıyla ilgili tezleri, bizi doğruya yaklaştıran unsurlar içeriyor açıkça söylemiş olalım.

Ermeni acımızda, herkesten çok Alman militarizminin ve emperyalist ekonomisinin rolü var. Yakın gelecekteki Türk-Kürt acımızda, ki hızla oraya doğru itiliyoruz, anlaşılan yine onlar başrolde olacak.

Ama gelmek istediğimiz yer şimdi, bugün, orası değil. İleride döneceğiz. Herhalde döneriz.

Gelmek istediğimiz nokta, Türkiye gericiliğinin Almanya Avrupası'nın denetiminde serpilip gelişmesidir. Türkiye, 1970'lerin ortasından itibaren açık bir biçimde Almanya'nın uhdesine bırakılmıştır. Türkiye'nin dünya sistemi içinde ana merkez ABD ile arasındaki bağlantıları da sağlayan irtibat merkezi Bonn'du. Şimdi Berlin. Ama malum, bu irtibat merkezleri bazen palazlanır ve kendi dükkanlarını açmak isteyebilirler. Oraya gidiyoruz. 1989 sonrasındaki Almanya, artık "düvel-i muazzama" içinde bir büyük güçtür. Almanya Avrupası, dünyadaki süper güçler arasında bir süper güçtür. Eşitler arasında bir güç... Eskisi gibi değil. Washington'un önemi ve yeri, 30 yıl önceyle aynı olamaz. Alman desteği çok önemlidir.

O nedenle Gül'ün türbanlı eşi, yanında Alman Cumhurbaşkanı Christian Wulff'un eşi Bettina Hanım ile, yani onun desteğiyle, askeri törene katılma gereği duymuştur. Kemalist vesayeti nasıl gömdüklerini göstermiş oldu hep birlikte gördüler ve gösterdiler. Hıristiyan demokrat bir taşra politikacısı olan Christian Wulff'un, eşinden ayrılarak birkaç yıl önce de evlendiği bu çok genç Bayan Wulff, sadece zerafetiyle bir farkın altını çizmiyordu yani.

Başka bir şeyin altını çiziyordu: Almanya, Türkiye'deki her türlü gericiliğin arkasındaki en güçlü iktidarın adıdır.

Gül'ün eşi bu açık meydan okumasını, "kemalist Türkiye"nin tümüyle belinin kırıldığı mesajını, ilk kez tam bir Alman desteğiyle verme ihtiyacı hissetmiştir ve bu bilginin, bu mesajın, Kayseri'nin badem bıyıklı sucuk-mobilya tüccarlarının aklının basmayacağını hiç düşünmeyelim. Gericilerin de bir öğrenme kudreti var.

Bunlara her şey öğretilir. Bunlar para için her şeyi öğrenir.

Türkiye'yi bitirme iradesi kimdeyse, emperyalizmin mavi boncuğu ondadır.

Mavi boncuğun sahipleri arasında en güçlü odak, epeydir, Almanya.