Teklemeler: İran’a, ÖDP’ye ve ‘Bize’ Dair

Sonuçta, bir fantezi dünyasında yaşıyor ve taşıdıkları orta sınıf hezeyanlarının dışımızdaki maddi gerçekliğin ta kendisi olduğuna inanıyorlar.

Orta sınıfın, neden burjuvazinin tamamlayıcı parçası olduğunu bu fantezi merakından, kendi paralel dünyalarındaki deneyimlerinden anlamak kolay.

İran ve ÖDP, iki güncel örnek aslında.

Musavi'nin büyük bölümü disko döküntülerinden oluşan ve sokaklarda gövde gösterisi yapan "özgürlükçü solcuları" ile Türkiye'deki liberal bataklığın sol kıyısı ("sivil toplum çöpleri") arasında bir fark yok.

Bir şey var: İran'da rejim içi sürtüşmede Ahmedinejad, halka daha yakın olandır. Amerikan karşıtlığı ve yoksullardan yana duyarlılığı açık zaten tartışılmıyor. Ancak bu iki özellik, İran cumhurbaşkanından antiemperyalist veya halkçı-solcu bir politikacı yapmaya yetmiyor. Yine de arka plandaki Rafsancani gibi her türlü "desise"nin bizzat kaynağı bir milyarderin yanında, isteyen ehven-i şer olarak görebilir. Bize uymaz. Ama biliyoruz ki, bu ülkedeki aydınlanma devrimi eksikliği, böyle bir çıkmazı adeta meşrulaştırıyor.

Solumuz, 1923'de sahneye çıkan aydınlanma rejiminin bir çocuğudur.

Komünizm 1789'un çocuğuysa, bu çizginin bizdeki izdüşümünün böyle olması kaçınılmazdır. İran ve diğer Müslüman dünyada bunun eksikliği çekiliyor.

Türkiye'de ve dünyada medya oligarkları başka türlü söylüyor tabii, ama medya demokrasisi dediğimiz emperyalist düzen, bazı zengin aileler için "dilediğini söyleme ve söyletme özgürlüğünden" başka bir şey değil. Demokrasi ve medya, gerçekten de bir ve aynı şey.

İran'da epeydir biti kanlanmış yeni zenginler, pek de geniş sayılamayacak bir şımarık orta sınıf desteğinde iktidara yükleniyor. Solumuzun, Ahmedinejad gibi bir siyasal kimlik nedeniyle zor duruma düşmesini anlamakta yine de zorlanıyoruz. Türkiye'deki aydınlanma mücadelesinin inkarcıları, artık her türlü zeka kırıntısını yemiş durumdaki "1923 düşmanları", bu zorluğun kaynağıdır.

Neden mi?

Musavi'nin rejimin direklerinden biri olması kimseyi şaşırtmasın: İran'da doğrudan emperyalizm destekli "özgürlükçü ve demokratik" çıkış, Şah'ın simgelediği eski İran'ın yeni aktörler eşliğinde restorasyonunda kararlıdır. Musavi, bir sapma değildir. Bu, her yerde böyle oldu. Kemalistler kemalizmi gömdü. Biliyoruz, Hruşçov-Gorbaçov çizgisi de aynısını yaptı: Yani komünistler komünist rejimi gömdü. Bir devamlılıkla karşı karşıyayız.

Şunu eklemek zorundayız: İran'daki yeni hainler güruhu, gerçekten de bir paralel evrende, bir görsel-işitsel hayal dünyasında, kendi fantezileriyle koyun koyuna yaşıyorlar. Halktan ve onun maddi acılarından öylesine kopmuş durumdalar ki, kafalarındaki demokrasinin neden kabul görmediğine şaşabiliyorlar. Sonuçta, bizdeki sol düşmanı Atatürkçüler ile Musavi'nin militan disko gülleri arasında büyük bir fark göremiyoruz. Bir paralel dünyanın, bir rant dünyasının şımarık militanlarıdır önümüzdekiler. İktidar istiyorlar. Gorbaçov Sovyetler Birliği'nden, Cinciç takımı Yugoslavya'dan ne yaptıysa, bir başka zaman ve zeminde, Musavi çizgisi de Ahmedinejad karşısında onu yapacak gibidir. Teşbihte hata olmazmış her teşbih, her "analoji", bir abartmadır elbette.

Tekrar: Bir fantezinin, bir paralel, düşsel, kurgusal ("virtual") dünyanın rantiye ordusuyla, yeni bir orta sınıfla yüz yüzeyiz İran'da. Ahmedinejad ise yoksul halktan aldığı destekle, bu sürünün gücünü ve hırsını şimdilik göğüslemiş gibi görünüyor. Ama bu cehennemden çıkış yok. İran ya bir din cumhuriyeti olarak kapitalizmde devam edecek ve zaman içinde parçalanacak ya da sosyalist bir yönetimle birliğini koruyacak. İran'ın kaderi ile Türkiye'nin kaderi birbirinden farklı değil. Ama bizim bir artımız var: Aydınlanmacı cumhuriyet ve gelişkin sol mücadele tarihimiz.

Sonuçta bu demokratik fantezinin, sokakları birkaç hafta doldurabilecek bir güç olduğunu, ama asıl İran'daki Rafsancani'nin simgelediği sermayenin küresel hesaplar yapmaya mahkum olduğunu, "demokratik" bir açılımın bu ülkeyi mutlaka yerle bir edeceğini şimdiden söyleyebiliriz.

Ne olursa olsun, diskotek veya "Love-Parade" döküntülerinden demokrasi savaşçısı çıkarmak, emperyalizmin bir başarısıdır. Yoksullardan böyle bir darbe almayı beklemiyorlardı. Şaşırdılar.

Peki, sanki bizde farklı mı?

ÖDP, dedik: Ufuk Uras çizgisiyle Musavi tipi satıcılık arasında bir fark var mı gerçekten? Türkiye ilericiliği adına gerçekten sevindirici bir adım atıldı ÖDP'de, peki, "gidenler", Musavi'nin militanlarından çok mu farklıdır?

Kendilerini aldatmasınlar yoktur bir farkları.

Ahmedinejad, solun yokluğunda, aydınlanma devriminin eksikliğinde, böyle bir gericiliğe bu kadar set çekebildi. Bu set başarısına, elbette farklı zaman ve zeminde, ÖDP içinde de tanık olduk. (Eh, şimdi buradan da, yeni yönetime Ahmedinejad "güzellemesi" yaptığımız falan ileri sürülür. Cehalettir, yaparlar...)

Mesele, bu tür küçük didişmeler değil, şudur: Bu Musaviler, Uraslar falan, nasıl bu kadar etkili olabiliyorlar? Adına demokrasi denilen ve gerçekliğe paralel kurgulanmış bir fantezi dünyasında ("demokrasi dini") yaşıyor, ama insanları harekete geçirebiliyorlar. İdeolojilerin maddi birer güç olduğuna yeni bir kanıt. Ama asıl, Aydemir Güler'in benzer bir çerçevedeki formülasyonundan tutarak iz sürersek, "kendi öznel konumları da nesnel gereksinimle çakışıyor". Emperyalist nesnellik diyelim.

İşte bu nesnellik, demokrasi, ağır darbe almaktadır.

O nedenle, Gorbaçovların, Cinciçlerin, Talabanilerin, Saakaşvililerin falan rahatça yapabildiğini, Musavi İran'da, Uras ÖDP'de yapamaz hale gelmiştir. Emperyalist ihtiyaç ve normların, bu yeni orta sınıf malzemesi ve renkli devrim girişimleri üzerinden bir nesnellik kurma enerjisinin "resmen teklediği" gözleniyor.

İran için fazla sevinecek halimiz yok. Hatta Ahmedinejad'ın gerçekten Amerikan karşıtı politikalarının "hakkını verme" duyarlılığı bile bize uzak dursun. Tahran, sonuçta bizim için anakronik bir tablodur. Bir emperyalist gücü, diğerine karşı kullanmanın ne demek olduğunu biz kendi zengin tarihimizde iyi öğrendik. Abdülhamid kurnazlıklarını modern zamanlara taşıyacak değiliz. Ahmedinejad yapabilir. İran gerçekten de 1978-1979 dönemecinden sonra Amerikan emperyalizminden koptu, ama emperyalist sistemden kopmayı hiç denemedi bile. Almanya ve Japonya üzerinden sisteme yedeklenmeyi seçti. Yoksul Mahmud Ahmedinejad, o dönemin militanlarındandır. İran da Almanya'nın arka bahçesindedir.

Biz ise, "müktesebatımız itibariyle", başka bir yerdeyiz.

Kazanımlarımızı satmayız.

Dolayısıyla emperyalizmin şu veya bu kesiminin uşaklığıyla ülkeye demokrasi getireceğini düşünenlere rahatça hain ve satılık sıfatlarını kullanabiliriz. İranlı yoksulların bir Chavezleri, bir aydınlanma başarısı ve yerleşik sol mücadele geleneği yok. Ne yapsınlar? Bu başarıyı kendi hanemizde görebiliriz. Uras ve tayfasının uzaklaştırılmasını da kendi hanemize kaydetme hakkımız var. Şunu biliyoruz: Chavez bile, bizim unutulmaz Doğan Avcıoğlumuzun gecikmiş yarbayıdır ve Türkiye devrimci hareketi İran'la karşılaştırılamayacak kadar zengin ve etkilidir. 1923'ün ve işçi sınıfımızın önemi burada bir kez daha kendi kanıtlıyor. İran'ın bir 1923'ü veya 27 Mayıs'ı yok ki...

Paralel dünyalarında, kirli fantezilerinden bir demokrasi üretmişler, hepimiz için geçerli saymaya kalkıyorlar. Prokrustes'in yatağı, demokrasi adıyla önümüzdedir. Ama Musavi'nin şimdilik durdurulması, Uras'ın hak ettiği yerlere itelenmesi, işlerinin yine de zor olacağına işarettir.

Kriz falan derken, emperyalizmin bazı yerlerde teklediğini görüyoruz. Ama bu elbette tersinden okunamıyor: Yani bizim işimizin kolaylaştığını ileri sürecek değiliz.

Neyse...

Yeni işaretler, uzun zamandır görmediğimiz, o nedenle "çok güzel hareketler bunlar".

İyidir.

Herhalde iyidir.