Tekel ve Sanatçının Karşıdevrimci Gücü

Türkiye işçi sınıfı derin bir dönüşümün eşiğinde olduğu yolunda sinyaller gönderiyor. Bunu, bu kadarıyla bile, Tekel işçilerine borçluyuz. Çıkışlarında, kendileri dahil, tüm toplumu sarsacak bir şiddet yatıyor. AkParti-AsParti koalisyonundaki son göstermelik sürtüşmeleri (“Balyoz Harekatı”) bir yana bırakalım, bunlar bir başka huzursuzluğun sonucu... Henüz kimsenin kendisine bile itiraf edemediği bir tedirginlik alttan alta yayılıyor.

O tedirginliğe bağlayabiliriz: Bu işleri, 20 yıl önceki yükselişe paralel bir gelişme olarak açıklamaya kalkmak, gerçekten aldatıcı olur. O zaman olmayan bir şey, bir irade var çünkü ortada eski Türkiye solunun başındaki bir “bela”... Eski solun canını sıkan, hatta canına okuyan bir “tehdit”: Sınıfı özgürleştirecek ve Türkiye’yi uçurumdan çekip alabilecek bir kurtarıcı irade... Sola oynayanların kendisini mutlaka ona göre ayarladığı bir siyasal duruş.

Türkiye’nin sola bulaşabilmiş ve her türlü satışa teşne sendikacıları, ömürlerinin nihayete erdiğini hissetmeye başladı. Bu finalin, şimdi TKP’nin simgelediği ve giderek yayılan bir iradeden kaynaklandığını düşünüyorlar. Sendikal hareket parçalanıyor. Hemen değilse bile, bunun sonuçları sevindirici olacaktır. Tekel işçileri toplumu değiştirmeye başlarsa, sahneden ilk kovulacaklar arasında yıllardır bu sınıfı pazarlayan ve solculuk taslayan sendikacılar yer alacaktır.

Peki, o kadar mı?

Değil. Başka bir şey var.

“Bu kez durum farklı”, dedik. 12 Eylül’e direnen ve çok ağır darbeler alan, bugün kendi mütevazı ama onurlu köşesinde oyunlar, romanlar, haberler yazan “bağımsız” bir devrimci arkadaşımızın gözlemlerinden hareketle yineleyelim: Fark, sınıfın siyasal bileşiminden, içinde bu gazetenin, soL’un da yer aldığı, özellikle TKP’nin sürklase ettiği bir direnme ve yenilenme iradesinden doğuyor. Dolayısıyla geçmiş zamanlardaki tüm sınıfsal çıkışların bir anda önemsizlik çekmecesine atılacağı bir yükselişin eşiğindeyiz. Ya da büyük bir yenilginin...
O zaman, sınıfla bağlantılı katmanların, toplumdaki diğer örgütlenmelerin ve hatta bireylerin de bu yeni gelişme karşısında “dönüşüm enerjisinin” çekimine kapılacağını düşünebiliriz. Durumun ne denli farklı olduğuna örnek çok da, biri geçen hafta sonunda Fransız-Alman “entel kanalı” Arte’deki Türkiye dosyalarında insanların dikkatini çekti. Ordu’da sokakta haftalık soL gazetesi de satan genç devrimciler, yaşamlarını, saptamalarını, “AB’nin anlamını” falan bu programda dile getirdiler. Bütün tablo değişti.

Tablo değişiyor.
Bir büyük çözülüş içinde Tekel işçilerinin ülkedeki insanlığı sırtladığına tanık oluyoruz. Umutlanıyoruz. Bu henüz “mütereddit” sınıf tepkisi hepimizde “Türkiye henüz tümüyle yitirilmemiş demek ki” duygusunu canlı tutarken, yani toplumda kimsenin beklemediği bir enerjiyi açığa çıkarırken, neredeyse bire kadar kırılmışlığın, satılmışlığın da tüm çıplaklığıyla sahnedeki yerini imlemiş oldu. Tamam. Ama...
Ama, açık yürekli olalım: Tek tük dostlarımız bir yana, Türkiye’deki sanat pratiklerinin mevcut sistemin en tehlikeli müttefiklerini, en uşak savaşçılarını yetiştirdiğini görüyoruz. Sermayenin 30 yıllık büyük koalisyonu, AkParti-AsParti hükümeti, organik aydınlarını yaratmış ve kendinden emin bir iç cilveleşme içinde, şimdilik, Tekel işçilerinin anlamını bir ücret çekişmesine sıkıştırmayı başarmıştır. Çözülen Türkiye’nin başçözücüleri arasında 30 yıldır her türden sanat erbabı başrolü almaktadır. Bunlar içinde solcu geçinenler, en acımasız ve uşak olanlardır.

Örnek mi? Bir karşıdevrim azgını, “şair” Roni Margulies, bugün Türkiye sanat pratiklerini tek başına temsil etmektedir. Çok da etkilidir. Bir sözcüdür çünkü sonuçta ve Türkiye’deki sanatçıların karşıdevrimci enerjisini kişiliğinde taşımayı biliyor.

Peki, devrimci sanatçımız mı kalmadı?

Var tabii, ancak etkileri ve sayılarıyla bir enerji merkezi yarattıklarını henüz söyleyemeyiz. Gerçi “Sanat Cephesi” başta olmak üzere bir kıpırdanma görüyoruz. Ama bugün, henüz, Tekel direnişinin ülkemizin kaderine el koyması gereken bir canlanmayı da içerdiğini, Türkiye’deki her türden sanatçıya, özellikle de şairlere, romancılara, sinemacılara, müzisyenlere ve görsel sanat “uzmanlarına” anlatamıyoruz. Anlatamayacağız da... Çünkü, Türk sanat âlemi aşağılık bir karşıdevrim deposudur. Oligarşi, satılık sendikacıların organik aydınlarını Türkiye sanatlar ortamından fazlasıyla devşirmekten mutludur. Haksız mı?

Tekel işçileri, birkaç adım daha atabilirse, bu ülkenin tüm zincirleri kırılacak ve sadece burjuvazi, sendikalar, AkParti veya AsParti meftunu eski sol partiler falan değil, Türkiye’deki sanat pratiklerinin tüm militanları inanılmaz bir darbenin altında kalacaklar.

Türk sanat âlemi denilen bataklık, bu çıkışla ve bir anda kurutulabilir.

O işaretleri ciddiye alıyoruz. Seviniyoruz.