Talibanizm ve Kemalizm: Acı İkiz Kaderi?

Friedrich Engels, Alman tarihindeki mülkiyet biçimlerini ve büyük toprak sahipliğinin oluşumunu incelerken, "tarihin alışılmış ironisiyle" diyordu. Acı bir şeydi ve söylemek istediği galiba şuydu: Tarihsel müdahalelerin aktörleri, eylemleriyle, başlangıçtaki hesaplarının veya niyetlerinin tam tersi sonuçları tetikleyebiliyordu. Tarihsel aktörlerin yapıp ettikleri, genelde niyetlerinin tam tersi ürünlere yol açıyordu. Alışılmış, yani tarihin neredeyse kuralı haline gelmiş bir kaderden söz ediyoruz. Ya da bir açılımdan.

Tarih içinde bu alışılmış ironinin, tersinden, kahramanlar yarattığını elbette düşünebiliriz. Tarihe yön verebilen aktörler, kahramanlar yani, herhalde bu alışılmış ironiyi geçersiz kılabilenlerdir. Bir başka deyişle, işe girişirkenki niyetleriyle aldıkları sonuçlar eğer birbirini taşıyorsa, ironi geçersiz kılınabilmişse, o zaman aktörlerden değil kahramanlardan söz etmemiz kolaydır. Tabii, bu hep nereden baktığımıza bağlı.

"Alışılmış" dedik. O, şudur: Tarihteki aktörlerin hesabı, müdahalelerine rağmen ve belki de müdahale ettikleri için, tutmamakta, aktörlerin işe girişirkenki niyeti, tam tersi sonuçlar vermektedir. "Kuralım" derken yıkmak, "çıkaralım" derken batırmak gibi... Genelgeçer, alışılmış... Ama ironi...

Burada kalalım. Engels'in vurgusuna bağlayarak: Türk generalleri, "kemalizm" adına, 12 Eylül 1980'deki faşist darbeyle bir güç gösterisinde bulunurken, hem hizmet ettikleri devlet biçiminin hem de bir zümre ve zihniyet olarak kendilerinin çöküşünü hazırlıyordu. Kendi kendilerini tarihten sildiklerini bilmiyorlardı. Bir tetiğe basmışlardı. Kurtardıklarını sandıkları Türkiye Cumhuriyeti'ni bitireceklerdi. Bunun için artık iyiden iyiye neoliberalizmin hizmetine sokulmuş, başlardaki aydınlanmacı kısmen jakoben karakterini tümüyle soyunmuş bir kemalist zihniyeti ve silahlı kuvvetlerin geleneksel varlığını da sonlandırıyorlardı. Eylül aktörlerinin, Türkiye'nin ve -tanımlamak zor da olsa, kullanalım- kemalistlerin tüm varyasyonlarıyla sonunu hazırladığı, dolayısıyla niyetlerinin tam tersi bir sonucu tetiklediği anlaşılıyor. 12 Eylülcülerin baştaki hesabı, solu bitirerek Türkiye'yi istikrara kavuşturmaktı. Kemalist-Atatürkçü zihniyetin de tam bir ideolojik hegemonyayla kapitalist sistemin tıkanmadan işlemesini sağlayacağından emindiler. Ama 12 Eylül müdahalesinden hemen sonra, tüm aktörlerin, bu niyetlerin tam tersi sonuçlara doğru yelken açtığını görüyoruz. Bugün Türkiye Cumhuriyeti bitişin eşiğindedir, kemalizm tüm çeşitlemeleriyle tarihe karışmıştır. Kendisini kemalist sayan, önemli ölçüde soldan ilham alan bazı "sol kemalist" teknokratların varlığı, bu saptamayı geçersizleştirmiyor. Bitiş, kesindir.

Engels'in tarihten çıkardığı "alışılmış ironi", varlığını Türkiye toprakları üzerinde de kanıtlamıştır. Anlaşılıyor.

Bu etkili kaderi, çelik bir yasa gibi varlığını hep hatırlatan bu trajediyi, yeni zamanlarda, sadece devrimci sosyalist inadın geçersiz kılabileceğini herhalde eklemeye gerek yok.

Ama biz başka bir noktaya gelmek istiyoruz. Bir büyük koalisyonun kaderinden söz ediyoruz aslında. Kemalizmi tüm kırıntılarıyla ve tamamen bitirmekte kararlı Batı'nın, ki isteyen emperyalizm olarak da okuyabilir, aynı şeyi "Talibanizm" için de gündeme getirmesini irdeleyebiliriz.

Bundan 30 yıl önce Avrupa destekli ABD, Sovyetler Birliği'ne karşı adeta bir huruç harekatına girişmişti. Kurtulmak için ileriye doğru kaçıyordu ve bu noktada Afganistan'ı gördü. Afganistan'da yoğunlaşan bu büyük oyunda, ABD'yi sadece Avrupa değil, Çin, hatta Yugoslavya da yalnız bırakmadı. Her nasılsa solda sayılan bin bir çeşit maocu, trotskist, anarşist akımın da emperyalizme gerekli lojistik-demokratik desteği sağladığı biliniyor. Türk maoculuğunun, bir bütün olarak bugünkü Taliban canavarlığını hazırlayan kadroları nasıl desteklediğini sergilemeye ise gerek yok.

Oysa Afganistan'daki emperyalizmin tetikçisi şeriatçı katiller ordusu üzerinden başka bir hedef güdülmekteydi. Orada, diğerlerinin yanı sıra, dünya ölçeğinde Ekim Devrimi ile gelmiş her şey, her sonuç, dolayısıyla Türkiye de yıkılıyordu. Afganistan'da 1980'le birlikte daha da bir harlanan ateşe, sadece devlet değil, Türkiye ve dünya solunun önemli bir kesimi de odun atmakta beis görmedi. Türkiye'nin kemalistleri Afganistan'da Amerikan emirlerini yerine getirirken, kendi sonlarını hazırlıyorlardı. Tıpkı Batı'nın hizmetindeki her türden "mücahidin", sonraki Taliban sürülerinin, kendi sonlarını hazırlaması gibi... Türkiye'nin kemalist generalleri Afganistan'daki karşıdevrimci dünya cephesine yoğun destek verdi.

Şu oldu: Geniş bir alanda ve İslamcılık ile "Generallerin Kemalizmi" arasında bir büyük koalisyon gerçekleştirildi. Bunu bugün rahatça söyleyebiliriz. Yani, 2002'den beri yeni bir düzlemde görev üstlenen AkParti-AsParti koalisyonunun anlamlı ve başarılı bir geçmişi var. Birbirlerine alışkanlıkları var. Şeriatçı Afgan mücahitleri ile rütbeli veya rütbesiz ama her durumda pek "laik" neoliberal Türk kemalistleri, ABD'nin planlarında çok etkili, istekli birer aktör oldular. Sovyetlerin bitişini hızlandırdılar. Ama aslında da kendi sonlarını hazırladılar. Şimdilerde bunu yaşıyoruz.

Talibanizm, ki doğrusu Taleban'dır, yalnız değil demek ki. Bir ikizi var. Biz, ona, "12 Eylül'ü gerçekleştiren kemalizm" adını da verebiliriz. İki neoliberal, faşist, acımasız ruhlu, emperyalizmin tetikçisi siyaset çemberi. Bütün türevleriyle her yerde sahnedeler.

Ama şansları kalmadı. Emperyalizm, Engels'in dahice vurgusunu iyi biliyordu. Şeriatçı Afgan sürülerini beslerken, Saddam'ı İran'a karşı desteklerken, 12 Eylülcü kemalistleri pohpohlarken, bunların hepsini bir gün ortadan kaldırmak zorunda kalacağını biliyordu. Kemalistler, hatta -onuruyla ölmesini bilen- Saddam, her tür Taliban, o Afgan katillerinin Batı'daki demokrat yardakçıları... Hepsi tarihe emperyalizm lehine kılıç atmıştı, şimdi o kılıcın kendilerine yöneldiğini görüyorlar. Saddam çabuk öğrendi. Taliban öğreniyor. Kemalistler de artık herhalde öğrenmiştir.

"Talibanizm" ile -kendisini sol bir versiyon olarak gören etkisiz pek küçük bir kesit hariç- "Kemalizm", tarihe bir ikiz kader olarak geçecek. ABD ve AB, bölgemizdeki her şeyi kullanarak, kullandıklarını da imha ederek varlığını sürdüren bir sistemi temsil ediyorlar. Taliban sürülerinin bunu öğrenmesi mümkün değil. Kemalist kadroların uzun süre öğrenmek istemediğini düşünebiliriz.

Türkiye aydınlanmasını sola açmayanların kaderi, Taliban'ın kaderidir. O ağır geliyorsa, "Saddam'ın kaderidir" de diyebiliriz. Şimdi korkunç bir şekilde aşağılanarak, ileride gerekirse açıkça imha edilerek, bunu öğrenecekler.

Biz hep şunu söyledik. Türkiye'nin gizli sol damarı sanıldığından çok daha etkilidir. Bu damar, bir masanın çevresine sol kürdizm ile sol kemalizmi de çekerek, ortadaki korkunç oyuna bir son verebilir. Kılıçdaroğlu oyununa bakarak bile gücümüzü itiraf edebiliriz ve bu oyunun nerelere açılabileceğini söyleyebiliriz.

İktidarda bir büyük koalisyon var: Ama biz, büyük koalisyonları ancak büyük koalisyonlarla göğüsleyebileceğimizi de biliyoruz.