Sosyalizme Dair Bir Soru: Almanca mı, Almancı mı?

Bazı dostlarımız “Artık kabak tadı verdi” diyebilir. Haklıdırlar. Olsun. Biz bir kez daha yineleyelim: Dışarıdan öğreneceklerimiz pek yok, ama ilgilenen olursa, dışarıya öğreteceklerimiz çok var. Epeydir, öğreteceklerimizin öğreneceklerimizden daha fazla olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Böyledir devrimci durum. Yenilen devrimcilerden bile öğrenir insan ve insanlık. Tamam.

Tamam da, bu yaklaşım sadece bizden, Türkiye’deki sosyalist birikimin iç muhasebesinden mi kaynaklanıyor? Bir ülkedeki devrimcilerin, başka ülkelerdeki devrimcilerle ve sosyalizm mücadelesiyle ilişkilerinde, ışığı kendi üzerlerine tutması sadece bize mi özgü? Ya da tersi? Yani ışığı tamamen dışarıya bir merkeze tutması?

Elbette başka yerlerde de vardı. Tanıdık şeyler bunlar. Yakınımızdaki iki büyük dil coğrafyasında örneğin ve modern zamanlarda sosyalizm çerçevesinde... Alman ve Rus dil-kültür coğrafyalarında...

Kapalı mı oldu?

Ne mi demek istiyoruz?

Şunu: Rusça, başka bir kesitte ve o dile vâkıf arkadaşlarımızca irdeleniyor, daha da irdelenecektir kuşkusuz biz, Türkçe konuşulan dünyada en çok ve en iyi kullanılan “Batı” dilinde kalalım. Almanca’da.

Ahlaksız Türk medyasındaki cehalet duvarını ciddiye alacak halimiz yok. Sonuçta, İngilizce kekelemeyi dil bilmek sanan medya paspaslarının kurduğu bir cehalet duvarından söz ediyoruz. Almancanın dışlanmasından...

Oysa biliyoruz ki, Almanca konuşulan Avrupa ülkelerinde, kökleri Türkiyemizde bulunan, 3.5-4 milyona yakın insan yaşıyor. Kürt kardeşlerimiz dahil, ilk dilleri genelde Türkçe, ama günlük ve sanatsal dünyalarında Almanca kullanan genelde genç milyonlarca insan var. Eskilerin de önemli bölümü dönüp tekrar Türkiye’de yerleşikliği seçmiş durumda. Almanca, Türkçe’nin Batı’daki kolu gibi bir şey. Medya ise Almanya ve Almanca cehaletinin elinde kıvranmayı seçmiş bulunuyor. “Beter olsunlar” denebilir.

Ama sonuçları var.

Çünkü sadece Türk medyası değil, nedense Türkiye devrimci hareketi de içimizi burkan bir “tecahül” ile iç içedir. Sosyalizmin doğduğu ve reel bir iktidar-toplum olarak da yaşandığı bu dilin, Türkiye’deki ve Türkçe’deki yaygınlığına rağmen, gerekli ilgiyi ve özeni toplayamadığını gözlüyoruz. Erkin Özalp’in marksist klasiklerle ilgili yeniden çeviri girişimleri ve gerçekten parlak çıkışı tam da böyle bir ortam nedeniyle önem kazanıyor.

Almanca ve Almanlık, modern sosyalizmin ilk büyük vatanı olduğu olduğu için, her zaman hain ve kan içici Alman sermayesinin “nazizm” gibi insanlık tarihinde benzersiz bir projesine de sahne oldu. Ancak tersi daha doğrudur: Alman devrimcileri, bu anlamda Rus devrimcileriyle bir tür akrabalık ilişkisi içindedir: “Dışarıdan öğreneceklerimiz pek yok, bizim asıl dışarıya öğreteceklerimiz var.” Bu duygunun zaman zaman iki kültür coğrafyasında, Almanlık ve Rusluk diyelim, sakıncalarıyla birlikte bir yaygınlık kazandığını söyleyebiliriz.

Nereye gelmek istiyoruz?

Şuraya: Sakıncaları ve yıktıkları bir yana, bu zihniyet, bu kendine güven, genelde hemen bir nobranlığa dönüşmez ve eğer tarihsel bir sorumluluğun eşliğinde yaşanırsa, devrimcilere, mevcuttan türetilen bir özgüven hizmeti verir. Buna çok tanık olduk.

Rusça, sosyalizmin kurulduğu ve bir yüzyıla damgasını vuracak şekilde yaşatıldığı bir dildir. Rusluğun ve Rus devrimcilerinin, bunun sonuçlarını, diyelim 70 yıllık bir sürede, yaşamaması mümkün olabilir miydi?

Ya Almanca?

Almanca sadece bilimsel sosyalizmin doğumunu gerçekleştirmekle kalmadı, sosyalist bir ülkenin “Alman Demokratik Cumhuriyeti”nin de resmi dili oldu. Dikkat: Almanca ve Almanlık dünyayı mezbahaya çevirdi ve insanlık tarihinde benzeri olmayan bir kan denizi yarattı diye, Alman devrimcileri kurdukları cumhuriyete ve ülkeye “Alman” demekten ve resmi dil Almanca ile sosyalizmi inşa etmekten kaçmadılar.

Almanlık ve Almanca karşısındaki devrimci tutum, bugün Türklük ve Türkçe için devrimci tutumun nasıl olacağına dair ipuçları veriyor kuşkusuz.

Ama dedik ya, bilinmeyen, özellikle göz ardı edilen şeyler var. Alman devrimcileri, sosyalistleri veya komünistleri de kendilerine güven konusunda bazı merkezler karşısında eğilmediler. Soğuk Savaş’tan miras kalmış bir cehalete artık son verilmelidir: Alman komünistleri Moskova başta pek istememesine, en azından kuşkuyla bakmasına rağmen, bir sosyalist Alman cumhuriyeti kurdular. Stalin dahil, o dönemde böyle bir kuruluşa kuşkuyla yaklaşıldığını biliyoruz. Ama Alman devrimciler, “devrimci merkeze” rağmen kendi devrimci önceliklerini kabul ettirdiler. 1953’te Berlin’deki ünlü 17 Haziran karşıdevrimci ayaklanmalarında da, Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin tasfiyesini işçi sınıfı ve askerle (“Kızıl Ordu” yöneticileri) ittifaka giderek önlediler. Kendi kafalarının ve burunlarının sosyalist doğrultusunu takip ettiler.

Hiç uşaklık yapmadılar.

Komünizm adına hiçbir uşaklığa izin vermediler.

Doğru, yanlış, kendi devrimci inatlarını gerçekleştirdiler. Bu işin sonunda yenilmek de vardı ve bunu hepsi biliyordu. Yenildiler. Sonra gerçek uşaklar, tam yirmi yıl önce bugünlerde, bu ülkeyi yıkıp halkını paspasa çevirinceye kadar mücadele ettiler.

İyi.

Ama onlar da “bizim dışarıya öğreteceklerimiz var” duyarlılığından hareket ediyorlardı. Bu duygu yoksa, Nabi Yağcı ve Gorbaçov tipolojisi er ya da geç ağırlığını koyar.

Şuraya gelmek için ettik bu kadar lafı: Avrupa’nın sahibi Almanya’da. pazar günü genel seçimler yapılıyor. Sol Parti’nin beklenmedik etkisi herkesi şaşırtıyor. Oskar Lafontaine ve komünist dostlarının, sözünü ettiğimiz duyarlılığı bugüne taşıdıklarını, hatta tüm siyaset sahnesini entelektüel egemenlikleri altına aldıklarını görüyoruz.

İyi.

Ama ne olursa olsun, Almanya’daki başarıyı aynen Türkiye’ye taşıyamayız bunu da biliyoruz. Hiçbir başarıyı Türkiye’ye aynen taşımayız.

Sol Parti de Türkiye’ye uymaz. Zaten meraklıları, her cinsten Gorbaçov olarak Türk sahnesinde bir yer kapmaya çalışıyor. Görüyoruz.

Biz, kendi ülkemizi kendi yöntemlerimizle kuracağız.

Dünya devrimcilerinin her yaptığını öğrenmek ve kendi sonuçlarımızı çıkarmak, ortak devrimci heyecanı iyi anlatıyor.

Bitirmek için yineleyelim: Almanca çok önemli ve gerekli, ama “Almancılara” tarihin sadece çöplüğünde yer var. Tarihin çöplüğü, belkemiksiz, kendi beyniyle düşünemeyen satıcılarla dolup taşıyor, malum.

Orada değil, buradayız.

Bir inadı taşıyoruz.