Sol bir cumhuriyet için kongre

Tepkilerimiz oluyor. Eh, malum, bize de tepkiler var. Bunları görüyor, okuyor ve kayda geçiriyoruz. Peki, bundan zevk mi alıyoruz?

Hayır, bundan hiç de keyif almıyoruz sadece derimizin üzerinden derinlere inen bir acıya tanık oluyoruz. Eğer deriniz yeterince kalın değilse ve geri vitesinizi de iptal ettiyseniz, bir noktadan sonra acının katlanarak büyümesine ve çığlıklarınıza hakim olamaz hale gelirsiniz.

Ama büyük çözülmenin içinde, biyografileriyle bize yakışan insanlarımızın siyasi nobranlıklarını ve miyopluklarını, bunu iştahla savunmalarını kaldıramadığımız doğrudur. Çeyrek yüzyıl önce değil, sanki dün öğleden sonraydı: Gencecik bir devrimci, Muharrem Ender Öndeş, faşist rejimin zindanlarında direnirken yazdığı ve galiba “İnce Yazılar” adıyla kitaplaştırdığı şiirlerinden birinde “Hangi korkular bekliyor kapımın nöbetini” diye sormuş ve hatırlatmıştı: “Sınırındayız artık her şeyin.”

Bu biyografileri, etimize girmiş bu direnişi nasıl unutabiliriz? O nedenle okurlarımız bizi affetmelidir: Biz, Hatip Dicle’nin, Sırrı Süreyya Önder’in aramızdan çekilmesini, bir dönem bütün sınırların ötesinde insanlığımızı savunmuş bir direncin insanlarını, bazen kendilerine karşı da savunmak zorunda kalıyoruz. Önemsediğimiz içindir.

Ama devrim tarihinde hep böyle olur.

Kuşku yok, bütün bunlar, sermayeden yüz bulma çabaları, onun suyuna giderek, teslim bayrağı çekerek çözüm bulma illüzyonu, çözülen bir ülkenin, çöken bir rejimin sola çarpan sendromlarıdır.

İyi.

İyi de, her zaman susamıyoruz işte. Üstelik solculuk adına, “Efendim, artık Türkiye iki ülkedir” diye yazıp propaganda eden insanlara, bir zamanlar bize biraz bulaşmışlardı diye sessiz kalmak, altından kalkabileceğimiz bir rehavet türü değildir itiraf edelim. Tıpkı Yugoslavya ve Irak gibi, Türkiye’den de yeni ülkeler çıkarmak, ırkçı-dinci-mafyacı şehir devletlerini “kurtuluş” olarak propaganda etmek ve bunu sosyalizm adına yapmak, olacak iş değildir. İleride döneriz: Bu düzeysizlikle yazıp çizenleri, beyni ambargolu saldırgan uşakları, onlara da geleceğiz, köksüz (“koxuz”) bir sürünün bayağılıklarını, sermayenin en kepaze oyunu olarak damgalayalım ve Rosa Luxemburg’un bayrak adını taşıyan bir vakıftan destek alıyor diye, ipe sapa gelmez Türkçe felaketleriyle halklarımızın kanına ekmek doğrayan demokrat zırvalıkları “sol siyaset” veya “fikir” kategorisinde göremeyeceğimizi, tartışmayacağımızı, geçerken hatırlatmış olalım. Onlar yazar, biz de yazarız. Bunlar sosyalizm düşmanlarıdır. Hatip ile Sırrı’yı aralarında görmek istemeyiz. Peki.

Biz birlik, ortak yaşam ve ileri bir sosyalizm arıyoruz. Daha doğrusu, onun kurulması için çaba gösterenlere, elimizden geldiğince katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz: Oligarşi, Türk ve Kürt zenginleri, bu ülkeyi çoktan paylaştı. Bölünmenin kanlı bir formalite olarak masaya geleceği günler yakındır. Bu tezgaha oynayanlara, bu tezgahın militanlarına (“piyasa çerileri”) gözlerimizi kapatamayız.

O halde, sorumuz şudur: Türkiye’nin parçalara ayrılması, hangi ciddi sosyalistin prim verdiği bir siyasal yönelimdir? Devam edelim: Türkiye solu, dili bile yasaklanmış bir halkın varlığını hiç gündeminin dışında tuttu mu? Kürt sorunu, Türkiye’nin acılı solu olmasaydı gündeme gelebilir miydi? Kimse Barzani-Talabani gibi emperyalizmin tescilli tetikçilerini işaret ederek, “gelirdi” demesin. Ancak büyük bir siyasal birim olması halinde Türkiye’nin feraha çıkabileceğini, Türkçe ve Kürtçenin birlikte özgürleşeceğini bizim fedakâr solumuz söylemedi mi? Gencecik Sırrı’lar, Hatip’ler, bu rüyanın dışında mıydılar büyük acılar çekerken? Ser verip sır vermeyen binlerce Türkiye devrimcisinin, hakkında pek az şey bildiğimiz bir Mustafa Hayrullahoğlu’nun mesela, genç ömrünü işkencehanelerde bırakıp giderken, başka bir rüyası mı vardı? Ayıptır.

Biz, bir “politbüroya” karşı savaş veriyoruz.

Türkiye sermaye sınıfının, Türk ve Kürt gericiliğinin “politbürosu”, ille dar sınırlar içinde tanımlanması gerekiyorsa, sonuçta tek bir derginin ismiyle müsemmadır: “Belge’li Birikim gericiliği!” Bu gerici merkez, ki bir dini temsil etmektedir, Türkiye ilericiliğinin başına bela korkunç bir kinin, bir entelektüel tahrip bombasının adıdır. Bugün Zaman’dan Radikal’e, Vakit’ten Taraf’a, Sabah ve Hürriyet’ten Star’a, yani AkParti-AsParti koalisyonunun tüm propaganda birliklerine kadar uzanan geniş bir alanda, bir “genişletilmiş politbüro”nun marifetleriyle yüz yüzeyiz. Birikim olmasaydı 12 Eylül bu kadar etkili bir aydın tahribatı yapamazdı. 30 yıllık bir iktidarın güncel temsilcisi AkParti-AsParti koalisyonu bu kadar kalıcı olamazdı. Türkiye devrimcileri, Türkiye solu işte asıl bu Birikim’e yenildi.

Fatih Yaşlı’nın kitabından el alarak söylemiş olalım: Bunların dinleri kinleridir ve kinleri de dinleridir. Bunlar sosyalist olan her şeyden nefreti bayraklarına solculuk olarak yazabilmiştir. Bu izni devrimci solumuzdan aldılar, aldıkları bu izni iptal ediyoruz. Kavgamız burada.

Başka türlü de söyleyelim: Biz bu dinle ve bu kinle mücadeleyi erteledikçe ölümün kıyısından kurtulamayız. Entelektüel rengi ağır basan bir sınıf savaşıdır bu. Maltepe’den Dolmabahçe’ye gönderilen mesaj, bu nedenle çok önemlidir.

Türkiye çözülüyor. Türkiye çöküyor. Bunu sadece Türkiye solu söylüyor. Büyük çözülmeler eski cepheleşmeleri de ıskartaya çıkartır. Çöküş, aynı zamanda bir kuruluş sendromudur. Demek ki, Türkiyeci yeni ittifaklar, birleştirici bir sol cumhuriyet kurma zamanıdır. Yoksa bu enkazın altından kimse sağ çıkamayacak.

“Birikim”, bütün uzantıları ve etki alanlarıyla, Türkiye gericiliğinin bu ülke aydınına vurabildiği en ağır darbedir. Daha önce hiç böyle etkili ve başarılı bir merkez yaratamamıştı Türkiye oligarşisi. Bu ülkede gerici iktidarın sol adına kutsanması böyle kolay olduysa, en büyük pay, bu “politbüro”da aranmalıdır. Reel sosyalizmi sermayenin taşeronu olarak yıkanlar, o coğrafyaların Birikimcileri idi. Recep Tayyip Erdoğan mükemmel bir “Birikimci”dir. Abdullah Gül, Birikim’in cumhurbaşkanıdır. Belge-Laçiner-İnsel çizgisi, ömürlerinde yeni ve sol tek bir şey söyleyememiş bu “kâzip şöhretler”, bugünkü iktidarın gerçek sahipleridir.

O zaman, bu politik merkezin tüm önermelerini reddeden, ülkemizin yeni, sol bir cumhuriyet olarak yeniden kurulması için çaba harcayan bir aydın çağrısına ihtiyacımız var.

Ziya Gökalp Kürt’tü ve pantürkizm çağrıları yapardı. Etkili oldu. İsmail Beşikçi Türk’tür ve pankürdizm çağrıları yapıyor. Ne diyeceğiz? İsmail Beşikçi’nin bir yanıyla bir aydın inadını temsil etmediğini mi iddia edeceğiz? Sermaye, hiç bu inatları sola bırakır mı? Sermaye hiç bu inatları kullanmadan durur mu? Gözümüzü mü kapayacağız?

Hatip Dicle, kuşkusuz önemlidir. Yeri, pankürdizm çağrıları yapan kongrelerde değil, bu topraklarda yeni ve ortakçı bir sol cumhuriyetin kurucu kongresindedir. Sırrı Önder, Erdoğan’ın huzurunda ne arıyor? Yeri karşı kıyıdadır: Maltepe’deki sanatçıların, Beynelmilel yönetmenine, bu köşedeki yazıdan çok daha ağır bir tokat attığını söylemek zorundayız.

Gelirler mi, anlarlar mı? Bilemiyoruz. Çeyrek yüzyıl önce Türk zindanlarında doğmuş bir dizenin hatırlanması zamanıdır: “Artık sınırındayız her şeyin!”

Çöküş’ün ve kurtuluş’un sınırlarında.

Sol bir cumhuriyet için kongre istiyoruz. Hemen. Şimdi.

Birleşmek için.