Sivil ve demokrat cellatlar çiftliği

Neden böyle kitapları çeviremiyoruz? Neden hâlâ gerçekten etkili bir yayın politikası izleyemiyoruz? Kolay değil, yani yanıtı kolay değil...

Ama biz çevirilere baktığımızda, özellikle Batı’da neredeyse tek tip kitap yayımlandığını ve Türkçeye onların çevrildiğini düşünebiliriz. İyi de, Türkçe kitap dünyasındaki genel çizgilere şöyle bir bakan, bu âlemde Orhan Pamuk ve Elif Şafak dışında dişe dokunur bir şey olmadığını, olanların da ciddiye alınması gerekmediğini düşünebilir. Şimdi, ikinci cümle doğru ise birinci de doğrudur. Yani, Türkçe yazı âleminde, Erdoğan-Gül çizgisinin izdüşümü olarak Pamuk-Şafak deformasyonu dışında bir hayat belirtisi varsa, benzerinin Batı’da da olması gerekmez mi?

Öyledir. Var.

Fakat, derdimiz başka. Oraya geleceğiz. Önemli bir kitaptan alıntılar yaparak. İngilizcesi, galiba önce Kanada’da 2004 yılında basılmış: "The Rebel Sell" adıyla. Joseph Heath ve Andrew Potter, diğer Batı dillerine de, örneğin Almancaya "Konsumrebellen" (Tüketim İsyancıları) adıyla, çevrilen bu kitaplarında, "tüketim zihniyetine başkaldıranları" işliyor. "Karşı kültür mitosunun" nasıl bir kepazelik olduğunu anlatıyorlar tek tek, örneklerle. Biz, malum, kendi gök kubbemizde, bu anlatılanları on yıllardır "sivil toplum ahlaksızları" başlığı altında çözümlemeye çalışıyoruz. Gramsci gibi bir devrimciyi kendi bayağılıklarına alet edenlerin ipliğini pazara çıkarmak, sadece bize değil, anlaşılan, Batı’daki düzgün kafalı genç insanların da üstüne düşmüş. Başarmışlar.

Böyle kitapları, ya tamamen ya da hiç değilse içinden belli bölümleri, Türkçe okuyan genç kuşak devrimcilerin önüne çıkarmamız gerekiyor. Dergicilik bunun için önemli. Sonuçta, bir yankı yaratmamız gerekiyor. Buna döneriz. Şimdi söyleyeceğimiz şey başka.

Heath ve Potter, kitap boyunca "hippie" ideolojisiyle "yuppie" ideolojisinin nasıl birbirini tamamladığını anlatıyor aslında. Hiç sözlerini sakınmadan da kağıda geçirmişler: "60’lardaki başkaldırıya içkin karşı kültür düşünceleriyle kapitalist sistemin ideolojik gerekleri arasında asla bir karşıtlık yoktu. (...) Karşı kültürün değerleriyle kapitalist ekonomik sistemin işlevsel gerekleri arasında bir karşıtlık hiç olmadı." Böyle diyorlar.

Demek ki, çiçek çocuklarıyla, para alıp satan ve nemalanan "özgür bireyler", tek ve aynı insana işaret ediyor. İşte biz de onu söylüyoruz. Hippiler gider, kıyafet ve saç biçimini falan değiştirir, karşımıza bankacı, internet uzmanı, müzisyen, anarko, feminist falan diye oturabilir. Üstelik kuşaklar farkıyla değil, aynı zaman dilimi içinde olur bunlar.

Çiçek çocuklarının, sistemde biriken gazı aldığını, para çocuklarının ("sivil toplumcu" sürünün) ise sisteme ekonominin gereği olarak resmen gaz yüklediğini düşünmek, abesle iştigal değildir. Sonuçta birbirlerini tamamlıyorlar. Sistem sıkışmadan olmuyor. Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş ya... Gaz yüklemek şart. Bu, sistemin gereği ve kendiliğinden olan bir şey. Kapitalizm varsa, böyle gaz depoları da var. Çöplük varsa, metan gazı da birikir. Demek ki, bu gazın patlamadan önce mutlaka alınması ve sistemin bekasının tehlikeye düşmemesi lazım. Din, "kültür endüstrisi"...

İşte bu yüzden birbirlerini tamamlıyorlar. Tek dolaşmıyorlar. Biri varsa, eşi mutlaka yakınlarda, elimizin yetişebileceği bir yerlerdedir. Ardışık zamanlarda değil, aynı zaman kesitinde "arz-ı endâm" ediyorlar.

Bu nedenle, yaşanan kötülüklerden mevcut ekonomik sistemin sorumlu olduğunu, kapitalist ilişkilerin yerine ancak sosyalist bir hükümetin toplumsal bir dönüşüm oturtabileceğini düşünmek dışında bir şansımız bulunmuyor. Ama bu da, iğrenç suçlamalarla karşılaşmanızı, faşist olarak tanımlanmanızı engellemiyor. "Mutlaka ve hemen sosyalizm" dediğiniz için en hafifinden Mussolini ile karşılaştırılabiliyorsunuz. Ama neşteri doğru yaraya vurduğunuzu da buradan anlayabiliyorsunuz.

Sosyalizmi hayatlarından sürmüş olanların, demokratik sürünün, yeni faşizmin, büyük bir felaket örgütlemeye kararlı olduğunu düşünme hakkımız var. Orhan Bursalı, kısa bir süre önce müthiş bir yazı yazdı. Aslında Yugoslavya’dan beri Batı’nın nasıl bu kadar kolay vurabildiğini ve sonuç aldığını anlattı. Çünkü içeriden tüm koordinatlar veriliyordu. Uçaklarıyla Batı’nın hedef şaşırması mümkün olmuyordu. Satın alınanlar, vurduruyor ve içeriyi çökertiyordu.

Bu işlem devam ediyor.

İçimizde neredeyse milyonlarca "sivil" ve "demokrat" koordinat vericiler bulunuyor. En sivilleri ve en demokratları, ülkelerine en çok acı verenlerdir.

Biz on yıllardır bunu söylüyoruz. Kapitalizmin içinde insanın özgürleşeceğini sananların, bunu iştahla savunanların, yarın bu ülkeyi bombalayacak NATO uçaklarına koordinat vermemesi mümkün değildir. Bundan emin olabilirsiniz. Sosyalizmi Türkiye için tek ve son çare sayanlara karşı, ağızlarından faşist suçlamasını düşürmeyenlerin, en azılı cellatlar ve "koordinat satıcıları" olduğunu söylemek, bir suçlama değil, sadece basit bir durum saptamasıdır.

Gelecekteki NATO uçaklarının tahribatını, Barış Gücü adı altındaki işgal kuvvetlerini engelleyebilirsiniz. Eğer içinizdeki koordinat pazarlayıcılarını, "Belge’li Birikim Gericiliği" ve uşaklarını etkisizleştirebilirseniz...

Bu da "entelektüel şiddetin" gerilim alanına girer.

"Plebyen şiddetin" değil...