Sınıf, medya ve görev (2)

Somut konuşabiliriz. Konuştuğumuzda da sorabiliriz: Medya bir sol projeler mezarlığına dönüşmüşken, birkaç zamandır "sola" oynayan veya "sol gibi" görünen bazı gazete projelerinin başarısını nasıl açıklayacağız?

Ama önce şu: İslamofaşizm bu ülkeye el koymadan önce, bırakın televizyonlarını, gazeteleriyle halkı ele geçirmişti bile. Bayi satışı ne olursa olsun, adamlar, en önemli gazetelerini, Zaman, her gün milyon sınırında dağıtmayı başarıyorlar. Bizim durup maziye bakmamıza gerek yok. Mazimizde zaten pek önemli bir başarımız da yok. Marko Paşa, Yön gibi dönemine göre görece yüksek, ama aslında pek mütevazı satış rakamlarına ulaşmış yayınları veya 12 Mart öncesinde TİP-Dev Genç rüzgarıyla hareketlenen devrimci demokrasiye İlhan Selçuk etkisiyle yakın duran ve zaten en büyük prestijine de bu dönemde/bu nedenle ulaşabilen Cumhuriyet’in konumunu hatırlamaya gerek mi var? Bırakalım. Bunların hepsi mazi, yani yenilgi oldu. Eski soldan yeni sola ekmek çıkmaz.

Ama biz medyayı ciddiye almak zorundayız.

İktidara gelmeyi düşünen, medyayı düşünmek zorundadır.

Demek ki, medyayı, şimdiye kadar olduğundan çok daha fazla ciddiye almak zorundayız. Bugüne kadar başaramadığımız bir şey bu. Oysa siyasetteki çemberi kırmak isteyen, medyadaki çemberleri de kırmak zorundadır. Bu da klişeleri tekrarlamakla olmuyor. Mesut Odman’ın, 3 Temmuz tarihli "Orantısız" başlıklı yazısı, ne demek istediğimizi çok açık ifade ediyor:

"Bir başka anlatımla, bizim çok eski, bu anlamda kök salmış olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz sosyalist hareketimiz, şu andaki görünümüyle, güçsüz ve etkisiz, dolayısıyla ülkenin siyasal ve toplumsal hayatında neredeyse ‘ihmal edilebilir’ bir konumdadır. (...) Eğer çeşitli göstergelerle yapılabilecek durum saptamaları hep aynı ya da çok benzer sonuçlar veriyorsa, üstelik bu değişik uzunluktaki zaman dilimleri boyunca defalarca tekrarlanmaya devam ediyorsa ufak tefek düzeltme ve düzenlemelerle, buna karşılık daha büyük bir kararlılıkla, daha benzersiz özverilerle, daha bir kendini helak edercesine çabalamayla, sadece ya da esas olarak bu tür özelliklerimizin sağlayacağı güçle devam etmenin sınırına gelinmiş demektir."

Neden böyle devam edemeyeceğimize, medyadaki konumumuzdan hareketle değineceğiz. Önce bazı "başarıları" masaya koyalım.

Örneğin "Sözcü". Bu "sol faşizan" yönelimli gazetenin geldiği noktayı bir kalemde silip atabilir miyiz? Neden sahneye çıktı acaba? Ortada faşist veya Türkçü ya da sol faşizan eğilimli gazete mi kalmamıştı? Bir çıkışı, kolay yaftalamalarla açıklayamayacağımızı uzun süredir biliyoruz. "Aydınlık" da kendince bir rakama oturdu. Sosyalizme yakın olduğunu düşündüğümüz günlük gazetelerin veya diğer yayınların, yani "cemaat bültenlerinin" hali ise ortada. Hadi isim ve tiraj vermeyelim.

Neden?

Neden böyle?

Bu ülkede gerçekten yaratıcı bir devrimci yayın hareketine destek verecek en az yarım milyon insan var. Ama biz sadece TKP’nin, çalınmış oylarını sineye çekerek, 64 bin öfkeli adam ve kadından aldığı somut desteği hatırlayalım. Bu rakam bile büyük işler için harekete geçmeye yeter... Ama bu insanların önüne gerçekten yaratıcı, derin, sevimli ve ciddi bir alternatif koyamayan bizleriz. Sorun, bizde...

Ne oluyor?

64 bin kişi için yayın grubu mu oluşturulacak, yoksa, bu temelden hareketle, 75 milyona seslenen bir çıkış mı gerçekleştirilecek? Herhalde ikincisidir.

Solun temel sorunu, uzun süredir, bu tür yayın girişimlerini hep bir gider kapısı olarak görmesidir. Oysa bir gelir kaynağıdır. Sorun, bu gelir kaynağını işler haline getiremeyen "cemaat" zihniyetimizdir. Genç TKP’nin bu zafiyetin önüne geçmek anlamında, kalıcı adımlar atmış olduğunu, hakkını yememek için, söyleyelim tamam, ama ortada yine de bir başarısızlık duruyor.

Bir boşluk var ve biz medyada yokuz. İnsanlar yanlış yere bakıyor elbette, ama baktıkları yerde biz yokuz. Oysa orada olup insanların dikkatini asıl bakmaları gereken yere çekmedikçe, görevimizi tam anlamıyla yerine getirdiğimizi iddia edebilir miyiz?

Gelir-gider tablosu demiştik... Medyanın, sol için, bir gelir kaynağı haline getirilmedikçe gider kapısı olarak görülmesi doğal karşılanabilir. Ama medya, iktidarlar getiren iktidarlar götüren bir güç artık tüm kollarıyla. İşin merkezinde ise solun çok kolay unuttuğu ve altından da kalkamadığı "haber" yatıyor. Haber yapmak, solun bir türlü kabullenmediği en büyük eksikliğidir çünkü en önemli mesaiyi o istiyor. Onu hazırlamak ve yaymak bu işin temelidir.

Sol, haber çıkarmayı beceremeyen bir "cemaat tutukluğu" içinde on yıllardır. Bu nedenle sağda solda solculuk satarak kariyer yapmışlardan gözünü alamıyor. Adamlar solu paspas haline getirseler de, bin kere tövbe etmiş olsalar bile yani, bizimkiler hâlâ onlara kendi başarılarıymış gibi bakabiliyor. Bunun, kendi başarısızlığının üzerine gidemeyen, solculuğu da medya başarısızlığı sanan bir anlayışla yakın ilişkisi var.

Oysa kazın ayağı öyle değil.

Maliyetler, iyi değerlendirilirse, bu sektörü bizim için verimli bir alan haline getirecek kadar gerilemiş bulunuyor. Üstelik, diyelim günlük gazete, bizi insanlarla her gün yüz yüze getirecek ve onların somut katılımını sağlayacak bir olanaktır.

Dolayısıyla, olan biten hakkındaki değerlendirmelerini yeni tek bir şey söylemeyen bozuk Türkçeli "makaleler" halinde kendisi gibi solculara duyurmayı iş sanan solcuların, halkta pek bir ilgi uyandırmamasına kimse şaşırmasın. Çünkü, şapkasından tavşan da çıkarsa, insanların ilgisi tek tek bazı yazarların yeteneğine veya görüş açısına yönelik değil. Başka bir şey arıyorlar: Toplumdaki insan, kendisine göremediği birçok şeyi gösterebilen bir yayına neden ilgi duymasın? Bir de her yıl yaklaşık 2 milyon gencin liseden mezun olduğu bir ülkeden söz ediyoruz.

Burada eksiklik bizdedir. "İşin", sadece bir içerik değil, aynı zamanda biçim anlamına geldiğini herhalde hatırlatmak gerekmiyor.

Aslında mesele şudur: Medyada bir atılım yapmak, çok eski solda olduğu gibi, kalemi kuvvetli bir veya birkaç kişi için gazete kurmak anlamına gelmiyor. Tersine, ülkenin her ayrıntısından makbul medyada yer almayacak kadar vahim haberler çıkarabilen, bunları iyi işleyebilen, dolayısıyla her köşede muhabiri bulunan bir haber merkezi halinde örgütlenmiş bir yayın anlamına geliyor. Bu örgütlenmenin, bir dağıtım örgütlenmesi anlamına geldiğini de belirtmiş olalım.

Bu ülkenin her ayrıntısına yerinden müdahale edemezsek, onun bize müdahalesi sonuç verecek o noktadayız.

Bu medya işi de, Odman’ın vurgusunu kullanacak olursak, hiç öyle geleneksel anlayışımızın "ufak tefek düzeltme ve düzenlemelerle, buna karşılık daha büyük bir kararlılıkla, daha benzersiz özverilerle, daha bir kendini helak edercesine çabalamayla, sadece ya da esas olarak bu tür özelliklerimizin sağlayacağı güçle" yapılacak gibi değildir.

Köklü bir yeniden yapılanma ve bir huruç harekatı şarttır. Tuhaf olan, bu huruç harekatı için yeterince malzeme birikmişliğidir. O halde, neden yapmadığımız veya yapamadığımız, "hayati önem taşıyan" bir sorudur.

Bir büyük haber ajansı ve dağıtım kurumu olarak örgütlenmeliyiz. Haber üretmek, dağıtmak ve bunlardan yararlanarak kuracağımız yayın organlarının da halka ulaşmasını kendi kanallarımızla sağlamak, iktidar kapısının çalınması anlamına gelecektir.

Solun diğer kollarıyla işbirliğini ihmal etmeden, onun temel değerlerine sahip çıkan ana akımları böyle bir işbirliğine adeta zorlayarak yeni bir merkez yaratabiliriz.

Yaratamazsak da biteriz.