Rüzgar döner mi? Döner!

Solumuz, üzerinde genel bir anlaşma sağlamış görünüyor: Sermaye düzeni, çeşitli cephelere dağılmış siyasal temsilcileri aracılığıyla, büyük bir krizin içinde olduğu ve Türkiye’nin bu kriz yüzünden uluslararası sistem içerisindeki yerini kaybedebileceği görüşünde. İyi. Bu nedenle de sadece "mütedeyyin burjuvaziyi" (hadi "nurjuvazi" diyelim) değil, dincileri, milliyetçileri, sosyal demokratları, bir kısım solu, bir kısım Kürtleri ve hatta ordu üst yönetimini yeniden göreve çağırıyor. Peki. Fakat ortada, sanıldığının tersine, askeri etkisizleştirmek gibi bir durum yok. Geçmiştekilerden farklı olarak, bu kez "görev belgesinde", tüm yetkilerin komuta kademesinin elinde toplanmasını sağlayacak şekilde orduyu güçlendirme değil, birçok açıdan güçsüzleştirme önlemleri yer alıyor. Oldu.

Ama galiba, yine solumuzun üzerinde anlaştığı bir konu daha var: 30 yıl önce, 12 Eylül 1980’de ortalığı epey kırıp dökerek, bu arada korkunç işkenceler örgütleyip 17 yaşındaki çocukları da asarak kurulan uğursuz ittifak ("büyük koalisyon"), 2002 sonundaki AkParti zaferinden sonra yenilenmeye ve günümüz koşullarına uydurulmaya mahkumdur. Bunun için çalışılmalıdır. Sermayenin ittifak veya koalisyon rejimi hep böyledir, daha önce de yazmıştık, bunlar birbirlerini döverek, birbirlerinin üzerinde tepinerek, en azından burunlarını kırarak, kan içinde eylem birliği yaparlar. İsteyen bunu eşitsiz gelişme yasası olarak da okuyabilir tabii. İşte, bu korkunç koalisyonun "modifiye" edilmesi gerekiyor. Referandum, ölüm tehdidi karşısında karar verilen bir ölümcül ameliyatı andırıyor gün geçtikçe.

Ne olursa olsun, referandum gibi tarihsel bir hataya dönüşmeye başlayan bu acil çıkış koridorunda geldiğimiz nokta şudur: AkParti-AsParti (veya Mesut Odman Hocamızın formülasyonuyla AkP-AsP) büyük koalisyonu, 12 Eylül’ün ürünü bir büyük koalisyonun yetersizliklerini, yani beceriksizliklerini ve çözümsüzlüklerini bertaraf etmek için gerekli adımları atmakta kararlıdır. O adımları atmazsa, sermaye düzeninin altüst olacağını hissetmiş bulunuyor.

İşte bu nedenle, sermayenin son gözdesi AkParti, eski demirbaşın (AsParti) ayağını, yani eski görev sorumluluklarını ve alanlarını "kaydırmak" zorunda. Daha önce burada arkadaşlarımız kendi ifade farklılıklarıyla benzer noktalara dikkat çektiler. Biz, yinelemiş olalım: Sermayenin yeni ve gücünü pek iyi denetleyemeyen kanatları ("nurjuvazi"), sistemin sarsıldığı bir dönemde, ordunun beceriksizliklerini telafi için yönetime kendi kadroları üzerinden tümüyle el koymak zorunda olduğunu düşünüyor. Demek ki, büyük koalisyondaki büyük ortak AsParti, yeterince kemirilmiş ve küçültülmüştür. Şimdi sıra, kurucu zihniyet de denilen kemalizmin tüm göndermeleriyle birlikte iz bırakmamacasına tasfiyesindedir. Kazınması gerekiyor. Bunu engelleyecek bir güç artık yok.

Gerçekten de, ordu geçmişte merkez sağ partinin beceriksizliğini telafi etmek adına yönetime el koydu ve devirdiği merkez sağ partiyi tasfiye etti. Doğrudur. Buna itiraz edemeyiz. AsParti, merkez sağ kadroların ve onların en büyük partisinin yeniden sahneye çıkmasına da engel olmamıştır. Ama biz bu süreci tersinden de düşünemez miyiz? Yani geçmişte AsParti'nin merkez partilere yaptığını, şimdi merkez sağı temsil eden AkParti neden AsParti'ye uygulamasın?

Kuşkusuz, koşullar çok farklı da olsa, oyun nihayetinde aynı oyun, sahnedeki aktörler, yer ve makyajlarını değiştirseler bile, aynı aktörlerdir. Şöyle diyelim: Merkez sağın yükselen ve hatta şu sıralardaki rakipsiz yıldızı AkParti, ortağı AsParti’yi 8 yıl gibi kısa sayılmayacak bir beraberlikte (“büyük koalisyon”) yeterince kemirerek yıpratmış ve kalan bürokrasiyi de ele geçirmeyi başarmıştır. Üstelik hiç de zorlanmamıştır. Eğer böyleyse, yani bu kolay başarıya bakınca, gerçekten de klasik şiddet ölçüleriyle bir iç savaştan söz etmek zorlaşıyor. Direnç yok çünkü. Almanya’da nazizmin İtalya’da faşizmin yerleşmesinde, komünistler dışında, ciddiye alınacak bir direncin bulunmaması gibi bir şey bu.

Türkiye bir tuhaf islamofaşizmin ellerinde artık. Kenan Evren-Turgut Özal büyük koalisyonu, bunun için vardı. Bugünkü rejim, 30 yıllık o büyük koalisyonun ürünüdür. Gerici yönelimin 2002 sonundan itibaren iyiden iyiye ivme kazandığını elbette söyleyebiliriz. Büyük koalisyon sürecinde, AkParti ile AsParti, bir etkinlikler galasında yer ve ağırlık değiştirmiş oldular. Son büyük koalisyon (Hilmi Özkök ve halefleriyle Erdoğan-Gül ortaklığı) zaten bu amaçla kuruldu. Ama artık yetmiyor. Sistem tıkanmıştır. Şimdi bu yer değiştirmeyle ilgili formalitelerin sabitleştirilmesi gerekiyor.

Peki, sürtüşmesiz olur mu?

Olmaz. Çünkü referandum süreci hızla sermayenin güvendiği dağlara kar yağabileceğini, devrimcilerin de bu süreçte "iktidar ve ittifak ayrıntıda gizlidir" saptamasını doğrulayıcı bir hareketlenme yaşamaya başladığını gösteriyor.

Bu rezalet süreçten "hayır" çıkabilir. Çıkan "hayır" da sadece solun kazanç hanesine ve onun başarısı olarak yazılır. Bu arada, boykotçuluğun siyaseti tasfiye dışında hiçbir anlamı olmadığını, bizzat o politikaya imza atanlar, ki bazıları gerçekten fedakâr unsurlardır, herhalde öğrenmiş olurlar.

Ve Friedrich Engels yine haklı çıkar: Tarih içinde bazen aktörler, müdahale etmeye başlarkenki niyetlerinin tam tersi sonuçlara yol açıyorlar. Olmadık süreçleri tetikliyorlar. Tasfiye etmek için çıktıkları yolda tasfiye oluveriyorlar.

Büyük koalisyonun başında ve sonunda, 1982 ve 2010'da yani, halkoylaması sonuçlarını karşılaştırabiliriz. O zamanki yüzde 92'lik evet ile yüzde 8'lik hayır, eğer değişirse, bu sistem çözülür. En azından yumak hızla çözülmeye başlar. Birbirine yakın evet ve hayır kümeleri ise sadece ülkedeki yüksek yoğunluklu nihai iç savaşın habercisi olabilir.

Galiba bunu anlamaya başladılar. Titredikçe acımasızlaşacaklardır.

Ama yeni solumuz da anladı. Umudumuz burada.