Nobel ve Ergenekon Gericiliği

Arada bağ kurmamız gerekiyor demek... İlla ki... O zaman, arada bağ kuruşun da kuramayışın da açıklamaları olmalıdır. Hesap vermeliyiz.

Herhalde bunlardan biri, dünya gericiliğinin ortak yürüyüşüdür. Yani Türk ve Kürt gericiliğinin izlediği politikaların dünyanın başka yerlerindeki gerici politikalarla, özellikle de efendilerin izlediği politikalarla yakın akraba olduğunu söylemek zorundayız.

Benzerlikleri abartı sayıp sumen altı da edebiliriz. Peki, ya etmezsek?

İki hafta falan önce zır bir gericiye, edebi değeri gericiliği oranında parlatılmış bir sosyalizm düşmanına daha Nobel Edebiyat Ödülü verildi: Herta Müller. Avrupa’yı mezbahaya çeviren bir ideolojinin, dünya emekçilerine kan kusturmuş bir hain ailenin kızıdır kendileri. Bu sevimsiz kadının babasından çok farklı bir dünyası olduğunu kimse düşünmesin. Tabii babasının eski moda gericiliğine değil, gericiliğin yeni modalarına bağlandığı açıktır. Ruh halinin de dili gibi olduğunu söylemiş olalım. İleride bu konulara, Sanat Cephesi’nde daha yakından eğilme fırsatımız olur. Fakat, öyle ya da böyle, Nobel Komitesi’ni isabetli bir seçim yaptığı için, yeni talihlisi Müller ile birlikte kutlamamız gerekiyor.

Ders almak isteyenlere bir işaret daha vermiş oldular: Nobel ile devrimci bir sol arasında, ancak bir düşmanlık ilişkisi olabilir. Hadi bir adım daha atalım ve çekişmeyi ileri zamanlara, yeni dergilerimize erteleyelim: Sanat ile sol arasında ancak bir düşmanlık ilişkisi olabilir.

Biz, Nobel’de kalalım.

Nobel, kurum olarak sosyalizmin ve solun kanına susamış bir ideolojik konumlanıştır. Asrı geçen bir hizmet tarihi var. Dile kolay.

Biz, buradan hareketle, uzun bir süredir kangrene dönüşmüş o eski yarayı karıştırabiliriz: Neden dünyanın ilericileri on yıllarca bu Nobel Ödülü’nü pek bir matahmış gibi lanse ettiler veya başlarının üzerinde tuttular? İlericiliğin panzehiri bu kurumu, neden bu kadar sevdiler? Yeterince ilerici olmadıklarından mı? Yoksa Nobel ilerici olduğu için mi?

Aradaki bağ önemli. Nobel, gerici bir saldırıya ilericiliği alet etmenin en tanınmış örneklerinden biridir. Bu büyük kapitalistik yığışmada, bir dönem Sovyetler Birliği nedeniyle prestiji iyice yükselen solun belini kırmak için, oligarşi, böyle bir yol da izledi: “Gericiliğimizde kullanmak üzere ilericiliğe, devrimci sola el atalım, birilerini manevi yüzüyle de yemleyip pohpohlayalım, hatta bunların bize küfür de etmesine izin verelim, destekleyelim, bu ilişkinin nihai etkisi ilericiliğin belini kıracak ölçülerde olur. Kârlı çıkarız.” Düşünülenleri kendi sözcüklerimizle ve böyle özetleyebiliriz.

O nedenle dünya gericiliğinin dışa yönelik bir yemleme mekanizması olarak Nobel, arada bir, o da çok nadir gerçekten, solun at oynattığı alanlardan bazı transferler yaptı. Her biri diğerinden daha azgın sosyalizm düşmanlarının içine, o rezil listeye, bir veya iki sosyalist prestiji temsil eden isim karıştırdı.

Herta Müller doğru bir seçimdir, Romanya toprağında boy vermiş kanlı bir Alman ailenin bugün üç aşağı beş yukarı aynı kafadaki kızı (“antikomünist histeri”) milyon doları da diğer ödülleri de fazlasıyla hak etmiştir kuşkusuz, ama Şolohov’larla, Neruda’larla, hatta Fo ve Saramago’larla ne yapılıyordu?

Ergenekon’da ne yapılıyorsa, o.

Bir gerici akımın içine sokuşturulan bu sol damlacıklarla, halkların ve aydıncıkların -“Nobel’in veya demokrasinin önünde takla atan solcular” da denebilir- kafaları iyice karıştırılıyordu. Belki Neruda hariç, doğrusu o “damlacıkların” pek de namuslu olduklarını düşünemiyoruz. Büyük Şolohov’u da dönemin Cengiz Aytmatov’u saymamak için ne kadar nedenimiz olduğu kuşkuludur. Marquez, Saramago, Fo, Pinter bizi affetsin.

İşte Ergenekon, bir yanıyla dünya gericiliğinin Nobel’de başarıyla uyguladığı pratiğin yerel ölçekte kısmen tersinden uygulamaya sokulmasıdır. İlericiliğe, sola karşı büyük saldırıda kamuoyu yaratabilmek ve kendisini aydın ve solcu sanan zavallıların beynini iyice sulandırmak için, sol bir çemberin içine bir iki faşist katili, sol düşmanlıkları tescilli generalleri falan dahil etmişlerdir.

Ergenekon, Nobel’deki pratiğin tersinden okunmasıdır.

Nobel, Ergenekon’daki pratiğin tersinden okunmasıdır.

Değil midir?

Osmanlı’da oyun çok, biliyoruz. “Şaltağı şaltak, eğeri kaltak, ekende ve biçende yok, ama yiyende ortak” bir Osmanlı, dünya gericiliğine hizmette bulunan ve onun hizmetlerinden de yararlanan bir Türk-Kürt egemen sınıfı yaratmamış mı sayılacak yani?

Nobel başarılı oldu.

Bu gazete, soL, ve oradan aldıkları sinyalle aynı dalga boyunda düşünebilen bir geniş sol çevre olmasaydı – ki o çevrenin de kendini bulmasında soL’un ve TKP’nin büyük etkisini ne kadar vurgulasak azdır, gördük- Ergenekon da başarıyla sonuçlanacak, neredeyse solun faşistliği tescillenecekti. Oyun bitmiş bulunuyor. Bitmişse, bu biraz da bu çizgiyi bazen tek başlarına temsil eden arkadaşlarımızın başarısıdır. Maskeler düşürüldü.

Nobel’i de Ergenekon’u da yerli yerine koyalım.

Solu ve sağı, gerçeklikteki yerleriyle adlandıralım. Bunun sanat alanındaki izdüşümlerini de masa üstüne yatıralım.

Ayrıntıları ve yeni kavgaları, yeni ittifakları, yeni sınırları ve yeni değer ölçüleri yaratmayı, çıkış hazırlıkları süren Sanat Cephesi’nin yeni dönemine bırakalım.