Kutsal Zokamız: Demokrasi!

Büyük balıkları tutmak için kullanılan bir şey bu malum. Küçük balık biçiminde, ama ucu iğneli bir kurşun parçası. Parlak... Demek ki, demokrasi dediğimiz ve kimsenin bir türlü anlatamadığı, yani herkesin kendisine göre anlattığı bir şeyin tanımını bile bu benzerliğe sığdırma şansımız var.

Yapalım. Lafı dolandırmadan hem de: Demokrasinin tam bir zokaya dönüşmesi, belki 1917’den sonradır. Eski rejimi, yeni, sosyalist bir gramer ve sözcük dağarcığından çıkaramayacağını, daha doğrusu eski rejimi gömen, gömdüğü düşünülen kodlamaların sosyalist devrimden sonra daha da etkili olacağını sanan devrimcilerin çıkmazıdır bu.

Peki, öyleyse...

Eğer 1917 bir yükselişin tepe noktasını, Kemal Okuyan’ın vurgusuyla, bir büyük inişin öncesindeki en yüksek noktayı temsil ediyorsa, ki öyle görünüyor, bunun demokrasi denilen çağdaş ve kutsal zokamızla da birebir bağlantısı var söylemek durumundayız. Sosyalizm savaşı Avrupa’da kaybedilmiştir. Doğru. Peki, kazanan demokrasi değil midir?

Öyledir.

Eski rejimle mücadelede demokrasi, “her kilidi açan” bir anahtar kavrama dönüştürüldü. Oysa sözcükler, kavramlar da çiçekler gibidir. Bakım ister. Bu bakımın yapılabildiğini söyleyemeyiz. Daha doğrusu, bu kavramın bakımını burjuvazi sosyalistlerden daha iyi yapmış ve demokrasiyi çaktırmadan nüfusuna geçirivermiştir: Soğuk Savaş ve demokrasi kavramlarına bakınca bu alanda sol adına büyük bir hezimet yaşandığını kabul etmek zorundayız.

Örnek çok. Şu 1989, demokrasinin dünya gericiliği için ne düzeyde etkili bir nimet, yani bir zoka olduğunu nihai olarak kanıtlamış değil midir? Öyledir. Dünya solu zaten oltaya gelmişti epeydir, 1989’da formalite tamamlanmış oldu.

Demek ki, eski solun “alamet-i farikası” ile yüz yüzeyiz.

Haksızlık etmeyelim, örneğin “soL” ve her geçen gün artan etki alanı –ki, bu alanı ölçmek için isteyenler, Roni adlı trotskist bir “TKP muhabirinin” küfürlerine zaman zaman göz atarak da bir fikir edinebilir- demokratik zokayı kısmen tehlikesizleştirmiştir. Ama bizim dışımızdaki Türkiye solunun demokrasi denilen kapitalizmin çağdaş diniyle ilişkisi çok acıdır. Oysa bırakın bizi, tüm dünya solunu neredeyse gömen bir silah bu: Gericiliğin, oligarşinin, kapitalizmin vs en etkili silahından söz ediyoruz. Chavez’i çok zorlayan şeyden örneğin: Emekçi yığınların iktidara el koyması ve bilimin aydınlanmacı yolunun genişlemesi diye anlaşılmıyor demokrasi.

Bakın işte: Halk yığınları Türkiye’de demokratik bir atılımın içinde yaşamadığını mı düşünüyor? Halk için Recep Tayyip Erdoğan, tıpkı daha öncekiler gibi, Menderes, Demirel, Özal gibi yani, temsilci bile değil bizzat demokrasidir.

Öyle değil mi? Ne peki?

Halk yığınlarının bu yanılsaması, demokrasinin bir marifetidir. Daha doğrusu, demokrasi dediğimiz şey, bu yanılsamanın ta kendisidir.

Zoka yutulalı çok oldu.

Zokayı sol yuttuğu ve bedelini de hâlâ ödediği içindir bu acılar. Yoksa emekçi halkı yuttuğu zokalardan kurtarmak çok zor değil. Ama, toprağı bol olsun, Einstein’ın uyarısı gibi, aydın adaylarının beynindeki bu tür fikri sabitleri, değişmez inançları, örneğin demokrasinin olumlu imajını parçalamak, atomu parçalamaktan daha zor. Sol, bu zokayı yuttuğundan beri geriliyor.

1917 bir gerilemenin başlamadan önceki en yüksek noktasıysa, bu sahnede demokrasinin son derece etkin bir rolü olduğunu görmek zorundayız.

Zoka yutulmuştur.

Dedik ya, başımızda işte, bu zokanın günümüzdeki en etkili temsilcilerinden biri Başbakan Erdoğan’dır. Demokrasi varsa, Erdoğan da var. Demokrasi varsa, Erdoğan ve adamları iktidardır artık. Demokrasi olduğu için Türkiye’yi bir Yugoslavya ve Irak kaderi bekliyor.

Demek ki halk yığınlarının özgürleşmesi, eşitlik mücadelesi ve hayatı bilimin eşliğinde piyasa denilen canavardan kurtararak yeniden biçimlendirmesi, planlaması ve zenginleştirmesi, demokrasi varsa mümkün değildir.

Demokrasinin solda hiçbir yeri yoktur artık.

O nedenle demokratların hepsi AkParti’lidir ve bunun AsParti ile kurduğu mükemmel koalisyonun nimetlerinden yararlanma hakları vardır.

Yok mudur?

Zaman, Vakit, Taraf, Özkökler Partisi, yani AsParti üstyönetimiyle tüm medya, demokrasinin dışında şeyler mi?

Bütün bunlar ve Türkiye’nin bitirilişi, demokrasinin bir armağanıdır ve hatta bizzat kendisidir. Bu demokrasi oyununu pek seven ama her nasılsa isim de yapmış bazı talihsizleri bazı kavgacılarla içeriye almak (“Ergenekon”) demokrasiyle neden bağdaşmasın?

İnsanları zindana atıp ölüme mahkum eden bir savcının, dinci-dindar fark etmez, bu açık saldırıyı demokrasinin desteği olmadan yapabileceğini kim düşünüyor? 12 Eylül öncesinde dolar-mark karşılığı devrimci gençleri öldüren faşist çeteler de, tanımları gereği, demokrasinin bir ürünüydüler. Demokrattılar. Halkın değerlerini savunuyorlardı.

Demokrasi, 12 Eylül’dür. Demokrasi, Türkiye’nin son 40 yıllık çürüyüşünün diğer adıdır. Ya sosyalizm? Sosyalizm, bu kutsal zokanın kırılıp paramparça edilmesi, emekçi halkın iktidara partisi ve ittifakları aracılığıyla el koyması, planlar eşliğinde kamu ekonomisini büyüterek toplumsal bir refah sağlaması demektir. İşte bunların demokrasi denilen halk düşmanı bir silahla ilgisi bulunmuyor.

Piyasa, demokrasidir. Din, demokrasidir. Milliyetçiliğin her türü demokrasidir. Mülk sahibi sınıfların diktatörlüğü demokrasidir. Halkın bitirilmesi demokrasidir.

Erdoğan demokrattır. Özkökler demokrattır. Ali Bulaç, Murat Belge, Zaman gazetesi, Vakit gazetesi, Ahmet Hakan-Nuray Mert “kavram çifti” demokrattır. Diyarbakır’ın muazzam belediye başkanı başdemokrattır. Bütün imamlar demokrattır yani Ufuk Uras, bir de bu kontenjandan demokrattır. Daha ne olsun?

Bu zokayı kırmadıkça, felaketimizin önüne geçemeyiz. Bu kutsal zokayı paramparça etmedikçe, bu sınıf silahını aklımızdan tamamen “nefyetmedikçe”, hiçbir şansımız yoktur.

İyi, ama biz burada hep bir şansımız olduğunu yazıp duruyoruz.

Demek ki, Einstein’ın zor işini en azından bir kesimimizin başarabildiğini düşünüyoruz.