Kriz ve Kan Senaryoları

Kriz, her eve lazımdı anlaşılan artık her evin bir krizi var. Fakat yine de "herkesin krizi kendine" diyemiyoruz, çünkü bu kriz her eve mutlaka bir biçimde "darp ediyor".

Bu evlerden bazılarının yıkılmasını, bazılarının ise o darbeleri altından kalkılır bir hasarla atlatmasını, biz, biraz zorlayarak, "eşitsiz gelişme yasasının bir cilvesi" sayabiliriz. Normaldir.

Ama ondan çok daha normal olan, bu büyük krizin, bu dünya krizinin, hiç sonuçsuz kalmayacağıdır. İşte dananın kuyruğu burada kopacaktır.

Peki, sonuçsuz kalmayacaksa, ne olacak?

Bu krizin sonuçları neler olacak ya da? Hadi öyle sormuş olalım..

Hazır bir yanıtımız yok. Yaşadığımız yıkımın benzeri yok çünkü.

Bu krizin kendi başına kapitalizmi ortadan kaldıracağına devrimciler zaten inanmıyor. Haklılar: Kendi başına bu uğursuz bünyeye bir şey olmaz. Sadece egemenlerin adları değişir, sömürü sürer. Sömürenler belki yer değiştirir ve bu arada birbirlerini canına da okuyabilirler. Kapitalizmin bir namusu da budur. Ama kapitalizm varlığını korur. "Kapitalistler ölür, kapitalizm sürer" gibi bir şey. Her durumda, sömürülenler, çalışanlar yani, kan vermeye devam eder.

Hatta toplumsal piramidin aşağı katlarındaki bu insanlar, sömürülen yığınlar, biraz da sahnedeki acımasızlığa bakarak arınır. "Oh olsun" falan der, düşen sermaye grupları ve sermayedarlar için "bak, aldı mazlumun ahını, çıktı aheste aheste" diye de ekler. Rahatlar.

Ama kapitalizm denilen bu korkunç mantıksızlık varlığını sürdürür.

Bizimkiler olmazsa...

Devrimciler müdahale ederse, müdahale edebilecek gücü toplarsa, gerçekten de sahne altüst olabilir.

Kapitalizm, krizlerinden, bir eğilim olarak ve neredeyse hep - daha doğrusu komünistler yoksa eğer- güçlenerek çıktı. Tarihte de böyle oldu. Bırakalım dünya metropollerindeki veya zayıf halkalardaki kargaşaları, kendimize dönelim: 1970'lerin sonunda üstelik devrimci hareket ciddi bir toplumsal tabana da sahipken, Türkiye kapitalizminin krizi herhangi bir yıkılışa mı yol açtı, yoksa Türkiye'de sermaye sınıfı genel yapıyı ve kendisini takviye ederek daha mı bir güçlendi?

Güçlendiler. Arındılar. Gömlek değiştirdiler yani...

Yılanın en güçsüz ve savunmasız olduğu zaman, gömlek değiştirdiği zamandır o anda müdahale edilmezse, devrimci ittifak iktidara yürümezse, bu yılan bizi daha çoook yutar. Önemli olan, o andır.

Devrimci güç yoksa, iktidar için ittifak yoksa, bu kriz de hepimizin canına okur ve sermaye, içinde bazı kanlı sürtüşmeleri de yaşayarak, yeniden doğar. Kendisini yeniler.

Tamam. Peki. Ama...

Ama artık işlerin eskiyi anıştıran bir tarzda yürüyeceğini söyleyemiyoruz. Örnek verelim: Ünlü Wolfgang Abendroth okulundan bir metropol komünisti, yakın zamanda kendisine gerçekten yakışan çevreler eliyle art arda Türkçemize gireceğini umut ettiğimiz bir emekli devrimci profesör, Georg Fülberth, geçen hafta "Der Freitag" dergisindeki başyazısında, bugünkü dünya ekonomik krizinin 1975'te başladığını vurguladı. Öncesine ve sonrasına giderek, örneklerle, kapitalizmin bugün de yolun sonunda olmadığını, ama buna rağmen, yine de, devrimci bir düşünceye gerek duyulduğunu kaydetti. 1873 ve 1896'daki büyük depresyonların, Avrupa'da nasıl Manchester kapitalizminden "örgütlü kapitalizme" geçişi zorladığını anımsattı. 1929'da da herkesin battı gözüyle baktığı "Laissez-Faire kapitalizmi"nden refah kapitalizmine hangi koşullarda geçildiğini irdeledi. Şunu söylemek için: "Sermayenin şimdiye kadarki büyük krizleri, ekonomik felaketler halinde başladı ve daima siyasal, ekolojik veya askeri bir biçimde sona erdi. Bu sefer, bu, hangi korkunç felaket olacak?"

Durum Avrupa metropollerinde de son derece berbat.

Biz Türkiye'de kalalım: Bu ülkeye ne olacak?

Türkiye kapitalizmi, iktidar için birleşmeyen soluyla birlikte, Avrupa metropollerindeki felaketleri gölgede bırakacak bir yıkıma mı sahne olmaya itiliyor?

Evet.

Sermaye, tüm akıl dizginlerini yitirmiş bulunuyor. Belki de Obama bu nedenle apar topar önce bu ülkeye geliyor. Biraz da bununla bağlantılı olmalı, Fülberth, sözünü ettiğimiz yazısında, burjuvazinin ekonomik yıkımlardan kendisini siyasal, askeri ve hatta ekolojik felaketler gibi, sonuçta "ekonomik olmayan felaketler" aracılığıyla kurtardığını herhalde boşuna öne çıkarmıyor.

Orada öyleyse, bizde çok daha kötüsü olacak demektir.

Türkiye'nin yıkımı, tarihimizdekilere hiç benzemeyecek.

Türkiye'nin devrimcileri, "1920'deki Osmanlı"yı gölgede bırakacak kadar hain bu sermaye sınıfını, laikleri ve dincileriyle, ülkenin başından kovabilirse eğer, sermaye sınıfına mensup insanların bile yaşamını kurtarmış olacak. Elbette bir patron için en büyük felaket veya ceza, mülkünü yitirmesidir, özellikle de emekçilerin bu mülke el koymasıdır. Fakat Türkiye sermaye sınıfı bu kadarcık cezayla yetinirse iyi olur, yoksa bu topraklarda taş üstünde taş kalmayacak, korkunç bir kan banyosu yaşanacak. Bunlar her türlü itidali yitirmiş bulunuyor. Halkımıza yazık.

O halde, Türkiye'nin devrimcileri, sınıf düşmanlarının yaşamını bile korumak gibi bir görevle de karşı karşıya. Bu ülkeyi bunların elinden almak şart. Yoksa ortada ülke falan kalmayacak.

Sermayenin mülksüzleştirilmemesi halinde, bu doğrultuda adımlar atamazsak, bunlar coğrafyamızı altüst etmeye ve oluk gibi kan dökmeye mahkum. Sermaye oldukları için mahkum. Kapitalizm olduğu için mahkum..

Kendi kendine krizle falan batmayan kapitalizmden söz ediyoruz.