Kafkaesk “Dönüşüm”ün Tersi

Belki Franz Kafka ve ünlü Gregor Samsa’sından hareketle, ama bu kez tam tersi bir “dönüşüm”ü düşünmek, artık yeni -veya en azından daha farklı- bir coğrafyada yaşadığımızı “vehmetmek” bizi doğruya taşır. Elbette, sorabiliriz. İşçi sınıfını hayatın merkezine yerleştirmiş her devrimci, ikircikli bir ruh haliyle de olsa, sorar: Sabah yatağında hamamböceği olarak uyanan bir “edebî kahramanı” toplumsal yaşam içinde halk veya işçi sınıfı temsil edemez mi?

Bunu bir hakaret mi, yoksa akıl açıcı bir “teşbih” mi sayacağız?

İyi de, 12 Eylül 1980 sabahı her şeyi kabullenen ve ardından da halk düşmanı bir faşist cunta anayasasına yüzde 92 gibi bir acımasız çoğunlukla onay vererek cinayete ortak çıkan hangi halk veya hangi işçi sınıfı, 30 yıl bu ortaklığını sürdürerek, daha az incitici bir benzetmeyi hak eder? Yanıtı, can yakar bu sorunun... Ama böyle Kafkaesk sahnelerin zaafları, boşlukları olduğunu da biliyoruz.

İyimserliğimizi bir başka sorudan hareketle öne çıkarabiliriz. Zamanı gelmiş görünüyor.

Düşünelim: Bir sabah yatağında hamamböceği olarak uyanan Gregor Samsa, veya bir benzeri, ileri sabahlardan birinde, yatağında bir insan olarak uyanamaz mı?

Uyanabilir.

Ama sonuçta bütün bunlar tarihsel süreçlerdir ve tarihsellik, “korkunçluğu” veya “mistik dehşeti” hayatımızdan, benzetmelerimizden sürmenin bir yöntemidir. Bilimsel bir yöntemdir. 30 yıl önce, işçi sınıfımız, bir tür Gregor Samsa olarak girdiği yatağından bir hamamböceği olarak uyandı. Bunu savundu. Şimdi, bu kadar zaman sonra ilk kez, belki de bıçak kemiğe dayandığı için, bu uzun “dehşet” yıllarının ertesinde, bir insan olarak uyanıyor.

İyimser olmak için nedenimiz çok. Bu her anlamda sevindirici uyanışın, henüz istediğimiz sonuçları almamış bile olsak, yeni bir zemine işaret ettiği konusunda hemfikiriz.

Belki iki ek yapılabilir.

Bir: Ahmet Hamdi Tanpınar, “münevver”i tarihten “mesul” sayardı. Doğan Avcıoğlu-İlhan Selçuk-Yalçın Küçük çizgisinde de –ki Tanpınar’dan farklı olarak elbette devrimci bir çizgidir- bu “imtiyazlı mesuliyet” devam etmektedir. 1971 isyancılarının aşkın ve dikkatli çocuğu Metin Çulhaoğlu için ise aydın, dengesizlik falan değil, ısrarla denge arayan insandır. Dolayısıyla Çulhaoğlu, tarihin sorumluluğunu üstlenmek konusunda ışığı daha çok işçi sınıfına, daha doğrusu önce o sınıftan hareketle diğer alanlara tutan bir düşünürdür. Bir tarihsel çizginin mantıklı sonucuna vurgu yaparak yepyeni kapılar açmıştır.

İki: Çünkü 1917’den beri durum zaten değişiktir. Halk, işçi sınıfı, yaşanan tarihten en az aydın kadar, hatta ondan çok daha fazla sorumludur. Bugün halkı, işçi sınıfımızı her türlü “melanet”ten sorumlu sayabiliyoruz. Ama her türlü yükselişten ve direnişten de sorumlu sayıyoruz.

O zaman...

Dün 30 yıllık bir aşağılanmanın tüm kabuklarını dökmeye hazırlanan bir sınıfın işaretlerini, gönderdiği sinyalleri aldık. 4 Şubat’ta, bir yaratık, yatağında insan olarak doğrulmaya başlamış ve kabuklarını, insana yabancı dokularını, kirlerini soyunmaya başlamıştır.

Aydemir Güler’in önceki gün yaptığı saptama doğrudur. Ne olursa olsun, “buradan yeni bir işçi sınıfı hareketi filiz verir.”

O noktadayız.