Jakoben Gereksinim

Toplumu yönetilebilir kılmak için dinselleştirmek gerekiyordu, bu amaçla son 30 yılda yoğun bir şiddet kullanıldı. Sadece plebyen şiddet değil tabii, onunla baş edebilirdik, ama bizi asıl eksik yanımızdan vurdular ve entelektüel şiddetimizin eksikliği bugünleri, şu büyük yenilgimizi hazırladı. Daha yeni yeni bu kaderi tersine çevirmeye başladık. Neyse...

Sonuçta, bir biçimde yerleştirilen dinsel geleneğin kodları, Türkiye’nin bu haliyle devamını olanaksızlaştırmış görünüyor. Türkiye kapitalizmi, bitiş tarihini önceden saptamanın mümkün olmadığı bir kesinlikle mevcut formatından sıyrılmaya hazırlanıyor. Türk kapitalizmi bir sonun eşiğinde yani. Oligarşi de kendi içinde kanlı koalisyon pazarlıkları yaparken, bu mutlak bitiş kaderini kabullenmiş gibidir. Yöneteyim derken, ülke ve toplum ellerinden kaçmış oldu.

Demek ki, kapitalizmin bir versiyonu biterken, diğer ve daha kanlı bir versiyonuna geçişi yaşayacağız. Bu geçişten, serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde kurtuluş yok.

Belki, sosyalist bir müdahale halkımızı yedeğe alabilir ve bu finali geçersiz ilan edebilir.

Gerçekten de, iki 12 Eylül, yani 1980 ile 2010 arasındaki zaman, plebyen ve entelektüel şiddetin, mülk sahibi sınıflar elinde sola ve emekçi sınıflara karşı yoğun bir biçimde kullanıldığı zamandır. 1917’nin gölgesinde kurulmuş bir burjuva cumhuriyetinin, ortaçağı kapattığı için bir ilerlemeye karşılık geldiği kuşkusuzdur. Ama bu cumhuriyetin, sözünü ettiğimiz zaman aralığında, tüm kuruluş ilkelerini soyunduğu ve toplumu aşağılara çekerek yıkıma koştuğu da kuşkusuzdur. Türkiye burjuvazisi, mevcut kapitalizmi zorlayan toplumsal talepleri karşılamak için, toplumu kırmış ve acıyla tepki göstermemesi için de dinselleştirmişti: Daha etkili bir uyuşturucu mu var? Bunun için 24 Ocak ve 12 Eylül senaryolarına ihtiyacı vardı. Yapması gerekeni yaptı. Dinsel ve bölgesel-etnik köklere dönme operasyonunun, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonunu getirdiği gözleniyor.

Geleneğin zincirlerini, başörtüsünü, kutsal kitabını falan kuşanan Türkiye kapitalizmi, en az iki parçaya ayrılmayı göze almış sayılmalıdır. İşin acısı, yönetenler kadar halk yığınlarının da bunu çözüm saymasıdır. Öyle görünüyor.

Bir, şu var: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda dinsel yapılara, geleneklere vs sığınanlar, emperyalizmle açık bir işbirliği içindeydiler ve kolay ezildiler. Bellerini doğrultmaları için kemalist kuruluşun temel ilkelerine ihanet eden yeni dönemdeki kemalist kadroların desteğine (özellikle 12 Eylül 1980 ve sonrası) ihtiyaçları vardı. Osmanlı’nın çöküşünü hazırlayan ve kuruluşa karşı savaşan siyasetin Türkiye toplumuna kök salması zaman aldı. Kemalistler sola saldırılarıyla bu noktada doğrusu iyi hizmet verdiler. Çözdüler. Şimdi kendileri çözülüyor. Ne kadar kaldılarsa...
Bir de, şu: Türkiye Cumhuriyeti’nin çöküşünü, vaktiyle kemalist kuruluşa direnen dinsel geleneğin bugünkü sözcüleri, her türden liberal uşakları veya akıl hocaları eşliğinde hazırlıyor. Emperyalizmin şiddet kullanan bu bekçileri başarılı olarak, dinsel, hatta dinci bir toplum yaratmayı başarmış görünüyor. Demokrasi de bir dindir, malum. Dinselliğin yetersiz kaldığı yerde etnik delilik imdada yetiştirilmiştir. Bir başka ifadeyle, yoğun bir dinselliğin eşlik ettiği Türkçü şiddet, 12 Eylül sonrasında etnik parçalanma dinamiklerini harekete geçirmiş ve Türkiye’nin Kürt illerinde bugün artık bir yeni Barzanistan veya Şeyh Sait Cumhuriyeti gerçeklik kazanmıştır. Bu, bizim değil, Türkiye kapitalizminin bir ürünüdür. Yeni Türkiye kapitalizminin Kürtler ve demokrat Türklerden yoğun bir destek alması bizi şaşırtmıyor. Biz halklara tapmayız.
Bütün bunlardan hareketle ve kapatırken, söylenebilecek bir şey var: İlerici adımlarla gerici adımlar arasında toplumun refleksleri açısından her zaman fark oluyor. Toplumun, hatta emekçi sınıfların bu iki "tarz-ı siyaset" karşısındaki tutumu çok farklıdır. İlerici her adım, mevcudu harmanlamak ve toplumu hep yeniden ikna etmek zorunda. İleriye doğru yürüyüş bu nedenle çok zor ve doğrusal olması mümkün değil. Kendiliğinden harekete geçebilen bir özellik zaten taşımıyor. Geleneklerden ve alışkanlıklardan kopmak için hep ek mesai yapılması gerekiyor.
Gericilik ise tam tersidir. Toplumun tüm dinamikleri, gerici bir taş yuvarlanmaya başladığında onunla birlikte büyür ve kendiliğinden bir imhacı tehdit halini alır. Geriye gidişin freni yok. Hızını da denetleyemezsiniz. Denetleyemezler. Sanki "gaipten" birileri gaz pedalına basıp durmaktadır. İleri gidişin ise gaz pedalı yok, adım adım kurulması ve aracın çekilmesi gerekmektedir.Ama denetim mümkün.

Demek ki...

Demek ki, toplum kendiliğinden ve hızlanarak geriye düşüyor. Demek ki, toplum kendiliğinden değil ve başlatıldıktan sonra da görece yavaş ileriye taşınabiliyor. Bu nedenle, Kemal Okuyan'ın vurgusuyla, "paranın özgürlüğü kısıtlanmadan, bu kısıtlamalar doğrultusunda otoriter, jakoben müdahaleler yapılmadan hiçbir toplumun özgürleşemeyeceğini anlatmak" zorunda kalıyoruz.

Gereksinimlerimizi biliyoruz.

Jakoben geçmişimizle övünüyoruz. Onu da ileri taşıyacağımızın farkındayız.