"İkinci Kemal", kriz ve Hobsbawm

Böyle bu iş. Birilerinin, bazen farkını hatırlatmak için söylemesi gerekiyor. Eh, o birileri de galiba biz oluyoruz: Kapitalizmin kitle ve birey ruhu bir mutlak egemenlik tanımı değildir elbette, ama özellikle yeni ortaçağımızda, toplumu taşıyan her kurumsallıkta, bu zihniyet resmen önü çekmektedir. Bilinçli komünistleri, bu sürüye katamayız, çünkü varlık nedenleri bu adaletsiz toplumu tarihin çöplüğüne itelemektir ve biz, sosyalizmi, bu toplumun tüm taşıyıcı unsurlarına cepheden savaş ilan etme olarak da tanımlayabiliriz. Kuşkusuz laf olsun diye değil, sosyalist siyasal iktidara kilitlenmiş bir karşı çıkıştır bu: Sadece siyasal iktidar hırsı taşıyanlar, sosyalizmin ciddiyetini temsil edebilir.

Biraz damdan düşer gibi mi oldu?

Başka bir yere bağlamak için lafı biraz dolandırdık. Şöyle örnekleyelim: Kapitalizmin kitle ruhu, eğer varsa böyle bir şey ve ne kadarsa o kadar, kapitalizmin insanlarına nasıl yansırsa, kapitalizme temelden itirazı olmayan, sosyalist bir iktidarı aramayan tüm partilere de öyle yansır. Daha açık olsun: Deniz Baykal ve halefi Kemal Kılıçdaroğlu, kapitalizmin birer "malı"dır. Bu malların genel akımın dışında bir hareket yaratmasını herhalde kimse beklemiyor. Ama sorunlar çözüm bekliyor. Peki, kapitalizmin yarattığı sorunları, o kapitalizme şu veya bu biçimde hayran, onun devamlılığında ferahlık arayan adamlar mı çözecek? Bu adamların, hiç piyasa gibi bir dertleri veya soruları, düşmanları olmuş mudur? İnsanlığı boğan bu canavarın en yakın dostları değil midirler?

Bunu soran yok. Şimdilik. Ama dünyadaki ekonomik kriz, bu hızla yayılırsa, tez zamanda Türkiye'nin boğazına sarılacak ve Kılıçdaroğlu'nun havasını da fena bozacaktır. Kemal Bey, hak ettiği yere şimdiden çekiliyor. Ecevit, -mahdum- İnönü, Baykal'ın birbirlerinden ne farkları vardı ki, Kılıçdaroğlu onlardan farklı olsun... İkinci Kemal'miş? Birinci Kemal, yani 1923, sonuçta 1917'nin bir yan ürünüydü, ya bu İkinci Kemal, malum, yalakaları şimdiden böyle sevimsizlikler yakıştırıyor, neyin yan ürünü olacak? 1917'sizliğin mi? Devrimcilere, bu CHP rezaletine bulaşmamak yakışır. Bunun, elbette, halktaki arayışı aşağılama olarak alınmaması gerekir...

Kapitalizmin veya serbest piyasanın ya da demokrasinin, ki hepsi bir ve aynı şeyi anlatır son tahlilde, insan malzemesi, ister istemez partileri de etkisi altına alacaktır madem, burjuvazinin iç hesaplaşmalarında bu renge özel bir önem atfedilmesi normal karşılanmalıdır. "Homo oeconomicus", yeni ortaçağdaki tüm siyasallaşmaların ortak zeminidir. Sosyalist bir iktidar hedefleyen ve bu ısrarını programları ve kitle çalışmalarıyla kanıtlayan devrimciler hariç, her siyasallaşma bu "homo oeconomicus"un bir varyasyonudur. Ekonomideki gelişme dönemlerinde hırs ve coşkularıyla öne çıkarlar, krizlerde de korku ve panikleme hızlarıyla önü çekerler. CHP'nin, bu hırs, coşku, panik ve sürekli korkunun dışında bir yüzü mü var, bizim göremediğimiz?

Bu toplumda, bu egemenlikleri bir anda ve bire kadar sona erdirmek mümkün olmaz. O nedenle kötülüğün diktatörlüğüne karşı, iyiliğin, oligarşi de diyebileceğimiz bir azınlık üzerindeki baskı rejimini örgütlemek, isteyen diktatörlük de diyebilir, hep bir siyasal iktidar gerektirir. Sosyalist bir iktidar yoksa, kapitalist toplumun borusu ötüyor ve ötecek demektir. Sosyalist iktidarla birlikte, uzun ve kalıcı bir antikapitalist mücadele başlar. Öncesi, o mücadeleye olsa olsa hazırlayıcı bir "giriş"tir.

Aslında bütün bunlar, böyle bir sahne, biraz da on yıllar önceki filmleri hatırlatıyor. Hani kızla oğlan filmin sonunda bir araya gelirler, finalde birbirlerini öperken de perdeye "The End" veya "Fine" ya da "Son" gibi yazılar düşerdi ya... Öyle. Oysa, Tanpınar'ın kulakları çınlasın, yazmıştı çünkü, her şey aslında tam o noktada başlamaktadır. Sosyalist iktidar, her şeyin gerçekten başladığı zamanı imler. Marx'ın, sınıflı toplumların tarihinin tarih öncesi sayılacağı yolundaki vurgusu bu çerçevede hatırlanabilir.

O nedenle, Baykal'ın gidip Kılıçdaroğlu'nun gelmesi hiçbir şeyi değiştirmez. Trajik olan, bunu herkesin bilmesi, en azından fark etmesi, ama itiraf etmemesidir. Bir başka şey gibi: 1 Mayıs'ı tarihimizde ilk kez siyasal iktidara kilitlenmiş bir devrimci partinin damgalaması, çok şeyi değiştirir. O partinin attığı her adım, bir sürü Kılıçdaroğlu'nun getireceği değişiklikten çok daha önemlidir. İtiraf edilmeyen bir başka şey de bu.

Ecevit, ölümün arifesinde, en büyük hizmetinin bu ülkeye komünizmin gelmesini engellemek olduğunu ağzından kaçırınca, yaşlılığın böyle cilveleri oluyor işte, hem kendinden önceki hem de kendinden sonraki zamanları ve "adamlarını" tanımlamıştı. Kılıçdaroğlu, Ecevit türünün bir mirasçısıdır. Tek amacı bu ülkeye sosyalizmin gelmesini engellemektir. Deniz Baykal'la bu konuda yüzde yüz fikir birliği sağladığını iddia edebiliriz. Antikomünizminin yarım akıllı Türk faşistlerine benzemeyeceği ise her durumda malumumuzdur.

Peki, bu, bugün mümkün müdür?

Yani "İkinci Kemal"in, Türkiye'de komünizmin etkisini sınırlaması mümkün müdür?

Değildir. Bu da komünizmin gücünden çok, dünya sisteminin artık Türkiye gibi, böylesine büyük bir siyasal birliği taşımayacak kadar acımasız bir kriz çıkmazına saplanmasından kaynaklanıyor. Eğer sosyalizm bu toprakların kaderine el koymazsa, Anadolu'nun üç vakte kadar bir kan gölüne dönüşmemesi mucize olur. Sadece sosyalizm, Türkiye'nin varlığını garanti edebilir onun dışında hiçbir yol bulunmuyor.

Bu çıkışsızlık bir tek Türkiye'nin değil, Eric Hobsbawm'a göre, dünyanın gündemindedir. Haftalık "Stern" dergisinin iki hafta önceki sayısına ayrıntılı bir mülakat veren 92 yaşındaki delikanlı, son derece karamsar bir tablo çıkardı:

"Her şey mümkün. Enflasyon, deflasyon, hiperenflasyon. Eğer tüm güvenceler ortadan kalkarsa, insanlar yaşamlarından koparılıp atılırsa, yaşam tasarıları vahşice parçalanırsa, o insanlar nasıl tepki verir? Benim tarih tecrübem, şunu söylüyor: Hiç dışarda bırakamam, mümkündür, hep birlikte bir trajediye doğru hareket halindeyiz. Kan dökülecek, bundan çok daha fazla kan dökülecek, insanların acıları artacak, kaçakların sayısı da artacak. Bir şeyi dışarda bırakmak istemiyorum: Bir savaş olacak, bu savaş daha sonra bir dünya savaşına dönüşebilecek. ABD ile Çin arasındaki bir savaş."

Durum çok kötü. Dünya çatırdıyor. Böyle bir dünyada Türkiye siyaseti bir çapsız kariyeristler kliğinin elinde esirdir. Deniz Baykal, seleflerinden ne gördüyse onu yaptı, Kemal Kılıçdaroğlu neden farklı olsun?

Eğer bir fark olacaksa, bu, sadece sosyalist bir iktidar inadı taşıyan siyasal güçlerin atacağı adımların ürünü olacaktır.

Sevindirici olan, Türkiye'nin derin devrimci damarından böyle bir gücün artık doğrulmakta olmasıdır. Var öyle bir güç. Daha önce yoktu.