Hangi Kutupta Bu Türkiye? YURDAKUL ER

NATO'nun, tokat yemesine rağmen, Rusya'nın nüfuz alanındaki Kafkasya'ya giriş yaptığını ve giderek yayıldığını görüyoruz. Görülmeyecek gibi de değil zaten, her şey ortada.

Ama arka planda iki baskı türü var kabul edelim. ABD ("kötü polis"), Rusya'ya iyice takmış, hatta onun burnunu şiddet kullanarak sürtme, doğal sınırları içine sürme hedefine kilitlenmiş görünüyor. Amerikan yönetimi, şimdilik, Rusya ile bağlarını koparmaya ve yeni bir soğuk savaş dönemi açmaya razıdır. AB ("iyi polis") ise, özellikle de Berlin-Paris ekseni, elbette Berlin'in ağırlığı altında, Rusya'yla görece daha iyi ilişkiler kurmaktan yanadır. Rusya ile Almanya arasındaki bu ilişkiler, kullandığı üslup bir kenara bırakılırsa, Alman Başbakanı Angela Merkel'in de üzerinde çalışmak zorunda kaldığı bir sermaye stratejisidir.

Avrupa bölündü. Ama, tabii Almanya'nın Avrupa üzerindeki ağırlığı göz önünde tutularak düşünülecek olursa, eski Avrupa, Rusya ile savaşsız bir ilişkiler ağından daha kârlı çıkacağını biliyor. Enerji merkezli böyle bir bağımlılık ilişkisinden, bir barış şansı doğduğunu kabul edebiliriz.

Başka türlü söylemek de mümkün: Rusya karşısında iki "tarz-ı siyaset" var. Ama eninde sonunda bütünlüklü -her bütünlük kendi içinde çelişkiler barındırır, malum- bir siyasetten, emperyalist bir siyasetten konuşuyoruz. Bu iki tarz-ı siyasetten biri, ki Polonya ile ABD arasındaki sözde "savunma füzeleri" için üs kurma anlaşması bir örnektir, Rusya'yla askeri cepheleşmeye öncelik veriyor. Başka şansı da yok zaten. ABD ekonomisinin ve doların dünya üzerinde askeri öncelikli olmayan hiçbir politikayı besleme şansı ve gücü kalmamıştır. Amerikan saldırganlığı böyle bir altyapının zorlaması sonucu ortaya çıkıyor. Diğeri ise, "demokratik değerler" başlığı altındaki ideolojik cepheleşmeye, ekonomik yakınlaşmaya öncelik veriyor. Asıl gücü reel ekonomiden demokrasi ideolojisinden geliyor.

Biri, ilki, ABD'dir.

Diğeri, ikincisi, AB. Biz bunu "Almanya Avrupası" olarak da okuyabiliriz.

İlk tarz-ı siyaset, silahın gölgesinde ekonomik kazanç, diğeri ekonominin ve ideolojik değerlerin gölgesinde askeri kazanç arıyor.
Elbette bu iki kurgusal blok da gerek askeri gerek de ideolojik ("demokratik") cepheleşmeyi içermektedir. Sadece ağırlıklar ve ışığın tutulduğu sektörler farklıdır.

Baktığımızda böyle bir ayrım görebiliyoruz.

İyi polis kötü polisi, kötü polis de iyi polisi tamamlıyor sonuçta.

Arada bir, karşılıklı tepişseler ve hatta birbirlerinin boğazına sarılsalar bile, sistem kalıcıdır.

Bu çerçeve, dünya emperyalist sisteminin çeşitli kutuplardan oluştuğunu gösteriyor. Rusya, bu sistemin içinde bir yerdedir ve diğer kutuplarla nüfuz alanlarını korumak üzere kapışmaktan artık çekinmiyor. Ayrıca, gücünü büyük ölçüde yeniden kazanmış durumda. AB ve içindeki Almanya ağırlığı, bir başka kutbun ifadesidir. ABD'yi ise bir süre öncesine kadar rakipsiz sayılan bir kutup biliyorduk. Şimdi rakipleri çoğaldı. Dik başlı ortakları da...

Böyle bakınca, Birinci Dünya Savaşı öncesini andıran bir tabloyla karşılaşmıyor değiliz. Benzerlikler ortada.

"Yedi düvel", büyük devletler, adı üstünde birden çok kutbun ifadesidir. Gürcistan'ın Güney Osetya'daki provokasyonu sonrasında Rusya'dan aldığı tokat, yani ABD-NATO'yu önce çaresiz bırakan Rus müdahalesi, farklı kutuplardan söz edebileceğimizi kanıtladı.

Bütün bu çekişmeler, "Kaç tarz-ı siyaset?" sorusunun da altını besliyor

Aslında NewYork Times'in son haberleri de dolaylı olarak ortaya çıkarmıştı: Washington, Tiflis'i Güney Osetya konusunda atak olmaması için sözde uyarmış ama sadece Bush yönetiminin değil, ilişkilere biraz yakından baktığımızda, Berlin'in de Amerikan uşağı Saakaşvili'nin ucuz hesaplarını bildiğini görebiliyoruz. Güney Osetya'ya bir Gürcü müdahalesi olacağını bilmeyen yoktu. Ama Berlin, sahneye, ABD'nin tam tersi bir tavırla çıkmadı. Son bilgiler gösteriyor ki, 2008 yılının ilk yarısında Gürcistan ordusuyla Alman ordusu ve silah sanayii arasındaki işbirliği sıklaşarak sürdü. Tamam, madem ocak ayında Washington ile Saakaşvili yönetimi arasında bir "harekat tasarımı" için uzlaşma sağlanmıştı, böyle bir şeyi Berlin'in bilmemesi mümkün mü? Değil.

Hatta, böyle bir uzlaşmayı ve sonuçlarını, Ankara'nın da bilmemesi mümkün değil. "Bilmiyorduk" diyenler varsa Ankara'da ve yalan da söylemiyorsa, bu, Türkiye'nin artık hak ettiği yeri aldığını, yani bir muz cumhuriyetine dönüştüğünü itiraftan başka bir anlama gelmez. Paspasa çevimişler bile ülkemizi demek ki. Ama yine de Ankara'da birilerinin bu bilgiye sahip olduğunu düşünmek zorundayız.

Sonuçta, değişik kutupların birbirini karşılıklı denemeye başladığı bir emperyalist dünya sisteminde, aklımızı karıştıran sorulara yanıt arıyoruz: Türkiye bu kutuplar arasında kendisine nasıl bir yer bulacak? Bulabilir mi?

Sermayenin eski sahipleri ve sözcüleriyle, dindar yeni temsilciler arasındaki sürtüşmeler ve kapımızın önündeki ateş, krizin Türkiye'yi sessiz sedasız tasfiye edemeyeceğini gösteriyor. Kriz çok şeyi patlatacak.

"Yedi düvel", Türkiye sermaye güçlerinin değil, devrimcilerinin iktidar hesapları yapmasını kolaylaştırıcı bir yenilik değil midir?

En azından bir ay içinde 1989-1990 dönemecinden beri egemen "tek kutuplu dünya" yanılsamasının ortadan silinip süpürüldüğüne tanık olduk.

Her şeyin bir anda altüst olacağını söylemişti umut yüklü arkadaşlarımız dedikleri çıkıyor.

Sermayenin işi zorlaşıyor.