Haklılık Tuzağından Kurtulmak

Avrupa'da işlerin hiç iyi gitmediğini, yalnızca metropollerden gelen verilere değil, Türkiye'nin dış ticaret rakamlarına bakarak da okuyabiliriz. Yaşlı kıtada, ortalık toz duman. Bu yıkıntının altında ilk kalacak ve çöküşü finanse edecek ülkeler arasında Türkiye de var.

Yok mu?

Bağlantılar çok açık: Almanya-Fransa ekseninde "asayiş berkemal" olsa, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), AB'ye Türk ihracatının yüzde 41.4 oranında azaldığını duyurmazdı. Pazar, üstelik Türkiye ekonomisinin velinimeti konumunda bir dev pazar, resmen daralıyor. Örneğin ve özellikle Almanya, 2009 yılı nisan ayında da Türkiye'nin en çok ihracat yaptığı ülkedir, ama geçen yılın aynı dönemine göre bu ülkeye "ihracatımızda" yüzde 39.1'lik bir çöküş var. Abartarak "neredeyse yarı yarıya" bile diyebiliriz bu gerileme için. Bununla doğrudan bağlantılı olarak ithalatta da düşüş var. Ülkelere göre ithalat sıralamasında Rusya Federasyonu ilk sırada, ama bu ülkeden yapılan hammadde ve enerji ağırlıklı ithalat da yüzde 59.1'lik bir düşüş yaşıyor TÜİK verilerine göre. Bunlar, korkunç rakamlar...

Almanya Avrupa'nın resmen hegemonyal gücüdür ve siyaseten üzerindeki Amerikan ceketini çıkarma çabaları da mecburen yoğunlaşıyor. Ama bundan çok daha beter bir başka gelişme var: Türkiye, ABD'nin değil Almanya'nın arka bahçesindedir.

Dolayısıyla bir arka bahçe kaderine mahkumdur zaten de bu kaderi dolu dolu yaşıyor, görüyoruz.

Korkut Boratav Hocamız, bir süredir bu gazetede, aralıksız yükselen dış kaynak girişlerinde bir kesinti veya yavaşlama olması halinde, yani bırakın geri çıkışı, sadece bu kesintiyle bile zaten son derece kırılgan Türk ekonomisinin ağır bir krize gireceği uyarısında bulunuyor. Dedikleri de çıkıyor. Sırf o manasız kültür sayfalarıyla değil, ekonomi ve dış haberler sayfalarıyla da adeta Taraf, Radikal, Sabah, Milliyet gibi "ceridelerle" yarışa çıkan Cumhuriyet gazetesindeki bazı dürüst vurguların rahatça sumen altı edilebildiği bir dönem yaşıyoruz. Başlı başına birer skandala dönüşmüş bulunan ekonomi sayfalarında ise Ergin Yıldızoğlu, Erinç Yeldan ve Mustafa Sönmez'in -sosyalizmden nedense söz etmekten bile korkarak- yaptıkları utangaç çıkışlar, bir şeyi değiştirmiyor. Sonuçta Cumhuriyet, bu eski yazarının, Prof. Dr. Boratav'ın, çok önemli bir bulgusunu, bir büyük haberi görmemeyi ve geliştirmemeyi gazetecilik sayabiliyor: Türkiye'ye son 6 ayda nereden geldiği belirsiz kayıt dışı 17 milyar doları ne soran var ne de önemseyen. İnsan, bu tür haberleri geliştirip büyütmeyen bir Cumhuriyet'in, karşıdevrimciliğin Taraf, Radikal, Sabah ve Milliyet vs başlıklar altında cirit attığı bir meydanda ne gibi bir işlevi olabileceğini sormadan edemiyor.

Neyse...

Şimdilik kalsın...

Demek ki, Türkiye'nin bir mafya devletine dönüştüğünü Cumhuriyet'in bazı bölümleri bile kabul ve ilan etti. Fakat çok daha acısı, sözde "Cumhuriyet'in solundaki" iki gazetenin, Birgün ile Evrensel'in, bütün bu süreci, yani bütün bu giriş ve çıkışların anlamını kavrayacak bir kadroya bile sahip olmamasıdır. Güz rüzgarlarında oradan oraya sürüklenen yapraklar gibiler...

Yıkım göstere göstere geliyor.

Üzerimize bir hortum çöküyor. Alıştırıla alıştırıla çöküyor. Yaklaşık 75 milyonluk bir halk, felaketine alıştırılıyor.

Emperyalist metropollerde patlak veren yangının faturasını, sadece galiba Amerikancadaki "bottom billion" denilen ve 1 milyar insanı içeren 60 ülkedeki halk yığınları değil, Türkiye gibi orta-alt sınıfa dahil ülkeler de yüklenecek. Hatta asıl onlar yüklenecek. Parçalanacağımız kesindir.

Yoksulluk, insanlık dışı, barbarca boyutlar kazanıyor.

Zaten çoktandır çöplüklerde yaşam arayan insancıklar girdi hayatımıza. Yeni bir yaratık bu. Sol yazının gözünden kaçmadı. Nitekim yazar Ali Mert'in, bir önceki dil darbesi "Çöpten Kitap" çalışması, kuşkusuz yalnızca trajik bir şenlikten tablolar değildir, ayrıca bu korkunç sürece eşlik eden bir teşhis acımasızlığıdır ve insanı kavuşmaz yaralarla paramparça eden kılıç yaralarını imlemektedir. Güncelin tarihçisi Ali Mert bizden daha iyi bilir: "Çöpten Kitap"a vesile olmuş Türkiye, artık bir bataklığın ta kendisidir. Ama biz "Kumdan Kitap" aşamasına geçtik bile. Mert, sanki deliren bir ölümün tutanağını kitaplaştırıyor. Dille yarattığı şaşkınlık, ölüm karşısındaki şaşkınlığımızı andırmıyor mu? Öyledir.

Çok fena geliyor.

Çok kötü biçecek.

Biçileceğiz.

IMF açıkça yazıyor. Ancak...

Ancak, bizdeki "teğet geçti" övünmeleri, tümüyle yerel bir cehaletin ürünü değildir. Bunları zenginler kulübünden "aferin" almak için de yapmıyorlar. Bir temeli var: IMF, sanayileşmiş ülkelerde 2009 şubat ayı itibarıyla ve bir önceki yılın aynı dönemine göre sanayi üretiminin yüzde 16'lık bir gerileme yaşadığını, ama bu düşüşün azgelişmiş ve "eşik ülkelerde" yüzde 2.5 civarında kaldığını belirtiyor. Bu gecikme, bütün azgelişmiş ve eşik ülkelerdeki yönetici katmanlarda, herhalde "kriz bize teğet geçti" yorumlarıyla karşılanmıştır.

Neden olmasın?

Cehalet, tıpkı ikizi ihanet gibidir: Ortakçı ve bulaşıcıdır.

Ama IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn da bu rakamlar yayımlanırken, sivil huzursuzluklardan söz açıp bir savaşın patlak verebileceği uyarısında boşuna bulunmuş değildir. Adam malını biliyor...

Sonuçta kaçınılmaz bir yanı var bu işin.

Ekonomisi ihracata endekslenmiş her ülkenin bu kaderi yaşamaya mahkum olduğunu görüyoruz. IMF verileri 2009'da, son 40 yılda hiç görülmemiş bir şeyin yaşanacağını kanıtladı. Bu yıl dünya ticaret hacminde yüzde 11'lik bir gerileme bekleniyor. Yoksulların, özellikle Arap dünyasındaki yoksulların, her türlü rasyonel düşüncenin uzağında, dinci ve milliyetçi bir kasap pervasızlığında yeni yeni başkaldırılara yöneleceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok. İş, ortada.

Ulus devlet çözümlerinin öne çıkacağı, küreselleşme denilen emperyalist pervasızlığın, neoliberal çılgınlığın önemli darbeler alacağı bir döneme giriyoruz Korumacılık dünya ticaretini vurmak zorunda. Buradan büyük altüst oluşlar çıkar.

Ama önce kan çıkar.

Tayyip ve şaklabanları -isteyen "muhalifleri" de diyebilir-, bu kanlı vodvilde Türkiye'yi bitirmeye yeminli bir kadroyu anlatmıyorsa eğer, hiçbir şeyi anlatmıyor.

Gerçekten, böyle bir vodvilde haklı olmak da başlı başına bir tuzak. Önemli olan, hep birlikte bu kanlı ölüme bir son vermek, yani vodvili sonlandırmak ve hep birlikte hayatı yeniden yaratmaktır.

Eksiğimiz artık bilmekte değil, yapmakta...