Erken Teşhis Neden Hayat Kurtarmaz?

Neredeyse 10 yıldır bağırdığımız, üstelik hep birlikte ve soL çerçevesinde bağırdığımız bir gerçeği, artık herkes görür oldu. Gerçi çoğunun yine pek umurunda değil. Ama görüyorlar. Çünkü en son, 29 Mart'taki oyların dağılımını içeren şu seçim haritaları her türden gözlemcinin, artık kimseler ve ne kadar gözlemciyseler, gözünü açmış oldu: Türkiye, açıkça, Avrupacı ve Amerikancı birtakım bölgelere ayrılmıştır. Yani, Türkçü, Kürtçü, İslamcı vs olmaktan çok, Batı'nın ya da emperyalizmin, şu veya bu fraksiyonuna göre konuşlanmış bölgelerdir bunlar. Acı.

İsteyen, seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan o tuhaf haritaya tekrar göz atabilir.

Bu, bir felaketin haritasıdır.

Bu, Türkiye insanının nasıl yerlere serildiğinin, nasıl "gıkının bile çıkmadığının", nasıl her türlü yolsuzluğa teşne ve "sadece uşaklıktan yaşama kudreti çıkarmaya meraklı" olduğunun haritasıdır. Ama sadece bize mi özgü?

"Muasır Avrupa"da ve ABD'de durum çok mu farklı?

Yok birbirimizden farkımız. Maalesef.

Neyse... Sonuçta, halkı demokrasinin iki gölgesine, dine ve faşist milliyetçiliğe yapıştırılmış bir ülkedir artık önümüzdeki. Hadi DTP için bir kenara kayıt tutalım, tamam, ama bu partinin emperyalizme şakşakçılıkta Türk partilerinden pek farklı olmadığını iyi biliyoruz. Zorla öğrettiler.

Benzerlik inanılmaz. 12 Eylül'deki demir ökçe, böyle bir halk yaratmak için göreve gelmişti. Başarısız olduğunu kimse iddia edemez.

Zaten biz de etmiyoruz.

Benzerlik tarihseldir, dedik, Yineleyelim: Nazi Almanyası nasıl ülkede hazır bir insan malzemesini yeniden imbikten geçirerek "başarıya" ulaştıysa, Türkiye'de de her türden Amerikancı ve AB'ci yüzsüzler, benzer bir yöntemle, bir "dinci-faşizan halk hareketiyle", işlerine yarar bir toplum yaratmayı başardılar.

Bu sonucu bekliyorduk. Hele bu gazetede bu sonucun önceden ilan edildiğini ileri sürme hakkımız bile var. O halde, üzülmek ve bu tablonun sadece Türkiye halkına özgü olduğunu düşünmek, anlamsızdır.

Aklı sıfırlamış bir Türk milliyetçiliği, solun bile bazı kesimlerini esir almış bir dinci-faşizan "halkçılık", demokrasi adına her kesimi bu dinci-faşist iktidarın toplumsal hamuru haline getirmiştir. Bu hamurdan dünyanın her yerinde var. Bizim devrimci dediğimiz insanlar, işte bu hamuru tersyüz etmeyi başaran insanlardır.

Gerçekten de seçim sonuçlarından ABD'nin ve AB'nin memnun olmadığını kimse iddia edemez. Arkadaşlarımız burada yazdı: Büyük sermaye ve yükselen "mütedeyyin" sermaye de, ziyadesiyle memnundur. Kürtlerimiz, kendilerince mutludur. Ayrılmak üzere son ısınma hareketlerini yapıyorlar. Barzanistan'ın gölgesinde demokrasi oynayacaklarını sanıyorlar. Tarihe, kendi ülkesini emperyalizme satan, ABD ve AB'yle bir olup Arap halkını sırtından vuran hain Kürt olarak geçecek isimlerden "amcalar, abiler" yaparak, Türkiye halkından değil sadece, insanlıktan da intikam alanlar var aralarında. Çektikleri acılardan sadece Arap ve galiba da Türk halklarını sorumlu sayacak, emperyalizmin gönüllü tetikçisi bir "Kürt gerçeğinden" söz ediyoruz.

Türklük ve Kürtlük birbirine bakan iki yüzdür.

Yani bu Kürt gerçeği kendisini her türden gericiye kabul ettirdi diye, kimsenin sevinmeye hakkı yok.

Türk gerçeği ile Kürt gerçeği birbirini tamamlayan iki cephedir.

Biri olmayınca diğeri de olmuyor.

Demek ki Türk halkı devrimcileşemeyince Kürt halkına devrim düşmanlığı düşüyor ve tersi: Kürt halkı devrimcilik değil Batı uşaklığını, demokratik satıcılığı ana gıda olarak kabul edince, Türk halkına da uşaklık ve demokratik satıcılık, dinci-faşizan bir iktidar altında kıyameti beklemek kalıyor.

Bu insanlarla nereye gidebiliriz?

Bu halk hamuruyla ne yapabiliriz?

Aslında sorunumuz bu değil. Sadece sorumuz bu.

İleride yine döneceğiz. Biz bu sonuçlar nedeniyle sızlanacak değiliz. Zaten burada onu yapan da yok. Ama sol adına sahneye çıkmış her mahfelin, sadece ağlaması ve parçası-yaratıcısı olduğu bu kepazeliği sonuna kadar övmesi gerekiyor. Bu, eşyanın tabiatına uygundur.

Sadece biz, bu sonucu bekleyen devrimciler ("sekterler") , yapacak işimiz olduğunu düşünürüz. İttifak için bileniriz.

Tekrar olsun: Son seçimler Türkiye'nin yüksek yoğunluklu bir iç savaş sath-ı mailine girdiğini ilan etmiştir.

Bir: Orta Anadolu'daki kaba, faşizan ve "mütedeyyin" Türkleri pek sevimli bulmayan ama Avrupa'nın her rezilliğini demokrasi olarak kabule hazır "cilveli" sahil bölgeleri. Denizlerimizin zehirli balıklarını yiye yiye akıllanmamış, sadece akli melekelerini yitirmiş -zehirlenmiş- bir Avrupacı kalabalık. İki: Ortada dincilikten açık faşizme her türlü zehri ana gıda sayan ve onu üreten geniş bir Türkçü paspas takımı. Üç: Tabii, bir de Türkçülükten haklı nedenlerle uzak durmaya çalışan, ama kurtuluşu ABD'cilikle AB'ciliğin hayırlı ittifakında gören bir Kürt varlığı.

İşte "parçacıklar siyaseti", bu. Türkiye'nin etnik parçalara ayrılarak Yugoslavya'nın veya Irak'ın izdüşümüne mahkum edildiğini, daha açık nerede görebiliriz?

İyi...

Bu noktadayız. Biz, bu noktaya gelineceğini biliyorduk. Halk, bu anlamda, hiçbirimizi hayal kırıklığına uğratmadı.

Başlığımıza geliyoruz: Erken teşhislerimiz vardı. Oldu. Bugünü dünden okuyabildik. Ama erken teşhisle hayat kurtaramayacağımızı da yeniden öğrenmiş bulunuyoruz. Bünye, Türkiye, ölümü seçmiş ve sadece sahte reçetelere ilgi göstereceğini ilan etmiştir.

Ne kadar önceden ve doğru görürsek görelim, bu yepyeni duruma karşılık gelen araçları, hayata bizzat müdahale mekanizmalarımızı yaratmadıkça, yarattıklarımızı da keskinleştirmedikçe, erken teşhisin büyük bir anlamı olduğunu söyleyemeyiz. Doğru: Özne nesnesini bu süreçte yaratacaktır.

Bulunduğumuz yer, bir karamsarlık noktası değildir, yanlış anlaşılmasın, sadece teşhislerimizin doğru çıktığını, ama ilaç ve hastayı ikna konusunda başarısızlığımızın devam ettiğini görüyoruz.

Bu da, bizim, eski soldan ne kadar uzaklaştığımızı hatırlatan bir başka gösterge kabul edilsin.