Emperyalizm İstikrarsızlıksa...

Bir başka noktaya taşıyacağız, ama geçen haftaki yazının bir yerindeki, genel çerçeveye de zaten sığmayan bir tashihi şimdi düzelterek başlayalım. Sonra, “siyaset zaten sanattır ve sanat da siyaset” şiarı uyarınca, geçişimizi tamamlarız.

Geçen haftaki yazımızda yer alan sorunlu ifadenin “daha doğru hali” şöyledir: “Sanat Cephesi, eğer geçmişle arasındaki bağı yaratıcı bir biçimde koparmazsa, yani bir bebeğin doğumdan sonra göbek bağının kesilmesi gibi bir ‘ameliyeyi’ geciktirmeye devam ederse, bu âlemin elinde kangren bir oyuncak olmaktan kurtulamaz.” Muharebenin sıcağında bazen sözcükler düşüyor, yalpalıyoruz, falan filan... Olur böyle şeyler... Fakat bu ifadeyi farklı bir genelleme içinde bağlamak istediğimiz bir başka yer de yok değil. Geleceğiz...

Derdimiz biraz daha farklı bir noktada: Son birkaç yıldır, zaman zaman değindiği ve gerçekten akıl açıcı, yeni yönlere işaret eden bir saptamasında, Kemal Okuyan, emperyalizmin istikrarsızlık anlamına geldiğini, dolayısıyla emperyalizmle ilişkilerden kesinlikle istikrar çıkmayacağını hatırlatıyor. Yeni solumuzun entelektüel şiddetini besleyen bu gerçekten parlak kalem için, emperyalizm istikrardan değil istikrarsızlıktan besleniyor. Tabii bu beslenme kanallarının sadece ekonomik veya politik sürtüşmelerden geçmeyeceği ortadadır. Zaten Okuyan da, bütünsel bir istikrarsızlığın varacağı noktaları daha sık analiz ettiği son dönem yazılarında, toplumsal çözülmenin birçok cephede nasıl bir hızla yayıldığına dikkat çekiyor.

Bu, yeni bir düzeydir.

Peki...

Kuşkusuz bu belirlemenin sonuçları olur. Öyle dedik. Hemen gündemdeki bir tanesini öne çıkarabiliriz: “Büyük demokrat” Obama da istikrarsızlık ekmek ve istikrarsızlık biçmek zorunda olduğunu ilan etti. Gerek Türkiye’de gerekse komşularında zaten bunu yapıyor. Üslubu dışında G. W. Bush ile arasında temelli bir fark bulamıyoruz. Bulamayız da. Neden? Çünkü, emperyalizm istikrarsızlık ekmezse varlığını sürdüremez. Bu, genç bir arkadaşımızın o mükemmel saptamasını yinelersek, sosyalizmden geriye kalmış bir dünyada, yani Ekim Devrimi’nin tüm sonuçlarıyla tasfiye edildiği bir dünyada, emperyalizmin, Ekim Devrimi’nin varlığını hissettirdiği koşullardaki konumundan farklı olduğuna yönelik de bir vurgudur...

Emperyalizm bugün artık pervasız bir biçimde istikrarsızlık ekmek zorundadır. Yoksa emperyalizm olmaktan çıkar. Kapitalizm de kapitalizm olmaktan çıkar.

Türkiye ve yakın çevresinin istikrarsızlık yangınıyla çembere alınması, demek ki, Ankara ve komşularının emperyalizmle yakın bağımlılık ilişkisinden kaynaklanıyor. Emperyalizm kılık değiştirip gelse, diyelim derisinin rengini koyulaştırsa ve adını Obama yapsa bile, temel niteliğini (“istikrarsızlık ekmek, sürekli yangın bombaları atmak”) soyunamıyor. ABD’nin adı AB olsa da durum temelde değişmiyor.

O nedenle özellikle Türkiye’de, Ekim Devrimi’nden geri kalmış bir dünyanın orta yerinde, bugün, düşük yoğunluklu iç savaşları saymazsak, eski istikrar, bir “savaşsızlığın” hüküm sürdüğü geçmiş 86 yıl çok aranacaktır. Öyle kaotik bir döneme giriliyor. “Yeni Osmanlı” sızlanmaları/kıvranmaları falan da çok önemli değil. Emperyalizm emperyalizmliğini yaşamak ve kanıtlamak, Türkiye’yi de parçalara ayırarak en az iki Osmanlı vilayetine dönüştürmek zorundadır. Durum 1918-19’u andırıyor, tamam, ama bir yanıyla da ondan çok farklıdır. Her şey bir yana, ortada bir Ekim Devrimi ve dünya sistemine taşıdığı yıkıcı-yapıcı enerji bulunmuyor.

Eğer böyle değilse, neden en önemli kalemler, “İzmirya” gibi bir Türkiye’den, yani doğusundan koparılmış bir “Batı Türkiye”den alenen söz etmeye başladı? Oraya doğru gidiyoruz. Batıdaki Türkiye parçası AB’nin, doğudaki eski Türkiye parçası da ABD’nin doğrudan denetimine bırakılacaktır. Kürt halkı, ABD’nin doğrudan denetiminde bir faşist mafya devletinin eline bırakılacaktır. Türk kesimi için de benzer bir senaryo zaten var. Bunun hesaplarını yapıyorlar.

Türk milliyetçileri ve Kürt milliyetçileri el ele böyle bir tablo hazırlıyorlar. Yani felaketimizi hazırlıyorlar. Bazı aydınlar, bu felakete bir süre önce bildiri yayımlayarak yeniden dikkat çekmişti. Sol medya bile, haberci diliyle söylersek, bunu “görmedi”. Şimdi hep birlikte kitle hareketlerinin başladığından yakınıyorlar.

Burada istikrar falan olamayacağını söylemeye herhalde gerek yok.

Tamam, bunu kimse istemeyebilir. Hatta istikrarsızlığı bizzat eken emperyalizmin yöneticileri, Obamalar, Brownlar, Merkeller, Sarkozyler de kişi olarak istemeyebilir. Ama ektikleri tohumlar, harekete geçirdikleri kanlı enerji, bu sonucu verecektir. Dolayısıyla bizden bir cahil dışişleri bakanının “tevilleri” boşunadır. İstedikleri kadar “Valla şey, yani aslında biz Osmanlı istemiyoooz!” diye bağırsınlar. Türkiye’den yakın bir gelecekte iki küçük Osmanlı çıkması kimseyi şaşırtmaz. Türkî Osmanlı (“İzmirya”) ile Kürdî Osmanlı (“Diyarbakır-Erbil hattı”) 1917’nin tasfiye edildiği koşullarda 1923’ün de tüm sonuçlarıyla tasfiyesi anlamına gelmektedir. İstenmese de buraya gidiyoruz.

Emperyalizmle bağlar koparılmadıkça bu gidişin önüne geçmek mümkün değil. O zaman herkes 86 yıllık düşük yoğunluklu iç savaşları da içeren “görece istikrarlı ve savaşsız dönemi” unutabilir. Balkanlar, Irak vs bölgelere bakarak bu istikrarın nasıl bir şey olduğunu önceden okuyabiliriz.

Emperyalizmin nefesi kesilmezse, beli kırılmazsa, bu topraklar artık rahat yüzü görmez. O nedenle açık bir antiemperyalizm dışında hiçbir politikadan barış çıkmaz. İstikrar çıkmaz. Huzur çıkmaz. Barışın tek yolu emperyalizmin belini kırmaktan geçiyor.

Zor mu?

Peki, emperyalizmin nasıl bir istikrar tanımı olduğunu sanıyoruz? Belki yıllarca Türkiye’de kalan, gerçekten derin ve sol düşmanı bir Alman gazetecinin dünkü yazısından örnekle derdimizi antalabiliriz. Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Hasan Cemal tipinde, zaten onların yakın dostu, ama onları geri zekalı saydıracak kadar yüksek yeteneklere sahip bir “efendi”, Rainer Hermann, Irak’taki son bombalamaları ve yüzlerce ölüyü bu ülkenin istikrarı ve normalitesi olarak çiziyordu. Hermann, Frankfurter Allgemeine Zeitung’un dünkü başyazısında (“Der Terror und die Wahlen”) emperyalizmin olağan halini anlatıyordu. Bombalı, kanlı demokrasi yani!

Türkiye, yakın bir gelecekte Irak’taki “normaliteyi” bile arayacak hale getirilebilir. Emperyalizmin istikrarı odur.

Dünyanın efendileri kişisel anlamda kötü niyetli olduğundan değil, iyi niyetli olduğundan ve emperyalizmin iyi niyetinden daha başka bir sonuç da çıkmayacağı için. Demokrasi artık böyle bir iyi niyettir...

Yüksek yoğunluklu bir nihai iç savaşla Türkiye’yi Avrupalılaştıracaklar. Küçültecekler. O zaman parçalar AB ile ABD arasında paylaşılacak. Denetleyecekler yani. Yolları var. Ne “beis” var?

Demokrasi en kanlı bir istikrarsızlıktır. Şimdi hepimize bunu öğretecekler. Eski solumuzun hiç öğrenemeyeceği bir şey tabii. O nedenle ve baştaki ifadeyi bir kültür dergisinin çerçevesinden çıkararak düşünebiliriz: Eski solla, geçmişle arasındaki kordon bağını koparamayan bir solun, yeni devrimci kuşağın, bütün bu olan bitenin farkına varması mümkün değildir. Ama Okuyan ve sayısı hiç de az olmayan yol arkadaşlarına bakarak, yeni solumuzun bebeği çoktan kurtardığını söyleyebiliyoruz. Sadece “emperyalizm istikrarsızlıktır” saptaması bile, başlı başına bir örnek değil midir?

Sosyalizmde umutsuzluğa yer yok. Gerçekten...