Dinci ve etnikçi zincirler mi, sınıfsal evrensellik mi?

Soruları yanıtlamakta gecikiyoruz. Doğru. Ama kaçmaktan kovalamaya kimin vakti var ki? Dostlarımız affetsin. Her eleştiriyi aklımıza yazıyoruz. Ucuz düşmanlıkları ve ipin ucunu kaçırmış bayağı küfürleri eleştiri olarak algılama hakkımız yok. Dostluk, eleştiriden geçer eleştiri ("critique"), Eski Yunanca kökenine uygun ("krinein") benzerler arasındaki farkı saptamak, ayırmak, birbirinden ayırmak gibi anlamları hatırlatırcasına, her dürüst ilişkinin zeminidir. Eleştiri, bir akrabalığın türevidir. Biz, dincileri ve milliyetçileri hiç eleştirmeyiz. Düşmanlarımızdırlar. Benzemeyiz, aramızda bir akrabalık yok yani. Peki.

Şunu söyleyelim, belki gelmek istediğimiz yere daha kolay geliriz: Bizim dışımızda zaten bir cepheleşme yaşanıyor bunu kuruyorlar. Acımasız bir cephe kurgulanıyor. Pratik adımlarını da attılar: Elle tutulur gözle görülür bir biçimde, Türkiye, dincilikten güç alan etnik bir boğazlaşmaya itiliyor. Burada bir cephe kuruluyor. Tarafları şimdiden görmek mümkün.

Buna müdahale şarttır.

Dışarıdan müdahale şarttır ve biz bunu kendini solcu sanan "bir üçüncü cephe açalım" cehaletiyle karşılaştıramayız.

Mevcut hesapları altüst edecek bir müdahale, etnik ve dinsel zeminlerin ötesinde geçmelidir. Bu da ancak sosyalizm çerçevesinde yapılabilecek bir şeydir. Sosyalizmin, solun dışında bir evrensellik bulunmuyor çünkü. Sosyalist bir zemin dışındaki her zemin, küçültücü, geriletici ve zincirlere vurucudur. Dar sınırlardan söz ediyoruz.

Etnikçilik ve dinciliğin tüm renklerini taşıyan milliyetçilikler, evrenselliğin panzehiridir ve tersi, sosyalizm, etnik ve dinci zehirleri etkisizleştirecek yegane panzehirdir.

Bizim için bunun önemi başka: Etnik ve dinsel göndermeler, hatta etnikçi ve dinci kurtuluş reçetelerinden oluşmuş bir zemin üzerinde sol politika geliştiremeyiz. Sermaye, insanları dilleri, inançları, kültürel kökenleri nedeniyle birbirine düşman etmezse varlığını koruyamaz. Bunun karşısına nasıl çıkabiliriz?

Sınıfsallığı, sosyalist bir politikayı, dolayısıyla evrenselliği etnik ve din gibi düzlemlerin üzerinde yükseltemeyiz, tersine etnik ve dinsel sınırların, daha doğrusu zincirlerin, işçi sınıfının oluşturduğu evrensel düzlem üzerinde kırılması gerekir.

Etnik veya dinsel basıncın etkisi altında bir sınıf siyaseti, sol siyaset kurulamaz. Çünkü o basınçlar, her türlü sosyalist özelliği paralize eder. Solculuk, ister istemez etnik ve dinsel renkleri üstlenir, onlarla tanımlanır, paramparça olur. Tersinden gitmek tek doğru yoldur. İnsanların inançları nedeniyle aşağılanmasına, etnik kökenin, dillerin baskılanmasına karşı artık sadece sol veya sosyalizm üzerinden direnilebilir. Bunun tersi, bir kanlı bataktır: Etnik ve dinsel gerekçelerle sol olunmaz. O, geçen yüzyılın başında kaldı.

Gerçekten de etnik ve dinsel "kurtuluş reçeteleri" emekçilerden yana tüm sınıfsal reçeteleri bozuyor, geçersizleştiriyor. Ama bunun tersi de doğru çıkıyor: Emekçilerden yana sınıfsal reçeteler, etnik-dinsel reçeteleri bozuyor, daha doğrusu zincirleri kırıyor, dolayısıyla da sermayenin küreselleşmesini zedeliyor.

Bir iç savaşa böyle bir ortamda itiliyoruz.

Burada, emekçi halkımızın beraberliğini korumak, aydınlanmanın kazanımlarını bir adım ileriye taşımak için, antiemperyalist bir evrenselliği propaganda etmeye mecburuz.

Aydemir Güler’in, o müthiş soyutlamasını, sosyalist siyasetten dinci ve etnikçi zeminleri kovma iradesini yeniden hatırlama zamanıdır. Güler, eleştirilere son bir yanıtında, "Bana kalırsa, etnik bileşenlerin önemsizleştiği klasik uluslaşma süreçleri bitmiştir" diyor. Gerçekten de çağdaş emperyalizm, dünyada bir "etnik delirmeler çağı" açarak sermayenin önüne çıkarılan tüm engelleri aşmayı, zincirlerinden boşanmayı başarmıştır. Etnik ve dinsel her kurtuluş reçetesi, kapitalist bir reçetedir. Emperyalizmin destekçisidir. Biz, tersinden gitmek, etnik ve dinsel gerekçeli haksızlıkların da üstesinden gelmek için sosyalizmin ve antiemperyalizmin evrenselleştirici etkisini siyasette kullanmak zorundayız.

Geçen hafta "sencer" rumuzlu bir dostumuzun hatırlatması yerindedir. Burada anlatmaya çalıştığımız, onun sözleriyle ve şöyle: "Kemalistlere de kapımız açık olmalı, fakat cepheye katılan kemalistleri olduğu gibi kabul etmek yerine sınıf siyasetine çekmeliyiz. Ulusal/milliyetçi söylemle siyaset yapan bir grubun cephenin doğal üyesi sayılması hem sosyalist solu amacından uzaklaştırır ve özgüvenini sarsar, hem de soldan giderek uzaklaşan Kürt hareketini tamamen kaybetmemize yol açar."

Burada diğer "K"lara da aynı şekilde bakma hakkımız doğuyor.

Ama en sevindirici olan, entelektüel şiddetimizin gücünü bu alanda da yeniden kanıtlayan Aydemir Güler’in, birkaç paragrafa bir çağı sıkıştırmayı başaran o şaşırtıcı güzellikteki siyaset dersidir. Tekrar tekrar okunmasında yarar var.

Dedik ya, durum kötü, ama umutsuz değiliz.

Arkadaşlarımızın analizlerinin, arayışlarının, reçete kurgularının içerdiği aşkınlık ve zenginliği gördükçe, nasıl umutsuz olabiliriz? Olamayız.