Demokrasi Dininin Güncel “Faziletleri”

Kapitalizmin “ahir zaman dini” demokrasi, anlaşılan, işlevini her hal ve şartta yerine getirecek. Kararlı olduğu kesin de, muktedir olup olmadığı elbette bir sorudur. Ama bu dinin, tüm varyasyonlarıyla iç irtibatını sağlayan ortak paydası “piyasa” denilen kan içici hayvan olduğu için, bu iş çok zor da değil. Biliyoruz çünkü: Bütün milliyetçiler piyasacıdır, bütün dinciler piyasacıdır ve epeydir, hele hele 1989’daki başarılarından bu yana ağırlığı artmış bir biçimde, tüm “eski sol” piyasacıdır. Hepsi demokrat bunların.

Ama bir başka şeyi daha fark ettik: Devrimciden demokrat olmaz ve tersi, demokrattan da devrimci olmaz. Tarih bir yana, 2010’da, bu cüretli saptamayı yapabilmek gerek. Kapitalizm o aşamadadır artık.

Biz, giriş cümlemizde kalalım. Demokrasi, her biri bir başka yana çekerse sonuçta piyasayı felç edebilecek olan katmanların yıkıcı enerjisini etkisizleştirip, o katmanları, bireyleri birbirine bağlayan bir kutsal din: Egemen sınıflar açısından gerektiğinde kullanıma sokulacak, derin dondurucuya da alınabilecek bir tür maymuncuk.

Türkiye, kriz ve kilitlenmeyi yaşarken, bu maymuncuğun aksadığına da tanık oluyoruz. Gereksizleşiyor. Bunu en iyi anlayanlar herhalde Tekel işçileridir.

Ne demek mi istiyoruz?

Bir tarihsel örnek ve vurguyla devam edebiliriz.

Walter Benjamin, 1921’deki notlarında, daha doğrusu bitiremediği bir denemesinde, şöyle yazmış: “Kapitalizmde bir din görmek mümkün yani kapitalizm, özünde, daha önceki dinlerin yanıtladığı aynı endişelerin, acıların ve huzursuzlukların tatminine yönelik bir hizmette bulunmaktadır.”

Uzun bir süredir, hem de kapitalizme pek öyle köklü itirazları olmayanların bile kapitalizmi din olarak işleyen kitaplar yayımladığını, makaleler, belgeseller hazırladığını biliyoruz. Benjamin, kapitalizmde sadece pratiğin önemli olduğunu, saf bir kült diniyle, belki var olanların en aşırısıyla yüz yüze bulunduğumuz inancındaydı.

Nereden nereye?...

1940’da nazilerden kaçamayacağı duygusuyla Fransa-İspanya sınırında yaşamına son veren Walter Benjamin’in ailesi, bu dinin hem kurbanı ve hem de başbelası olmuştur aslında. Walter Benjamin’in, Soğuk Savaş yıllarında sözde “yeni sol” eğilimlerce, kapitalizmin dizginsiz ideologlarınca yani, yeterince evcilleştirildiğini söylemek zorundayız. Walter’in erkek kardeşi Georg Benjamin, 1942’de Mauthausen toplama kampında öldürüldü. Georg’un acılı ve dirençli eşi Hilde Benjamin ise 1953-1967 arasında Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin en etkili adalet bakanlarından biri olarak görev yaptı. Kapitalizme kök söktüren bu devrimci Benjamin, sonuçta, burjuvazinin kitaplarına “Kızıl Hilde”, “Kızıl Giyotin” ve “Kanlı Hilde” gibi nefret yüklü tanımlarla girebildi. Sosyalizmden hiç yüz çevirmedi ve 1989 nisanında, karşıdevrimden 6-7 ay kadar önce 87 yaşında öldü.

Tarihin cilvesi çoktur.

Bugüne geliyoruz.

Bize Benjamin’leri kullanarak demokrasiyi sokuşturmaya kalkan “eski solu” bir kenara itiyoruz ve bugüne geliyoruz: Demokrasiyle, ezilen sınıflar için murat edilen hiçbir şeyin gerçekleştirilemeyeceğini Benjamin ailesinin kanlı trajedisi ve direnci öğretmemiş olabilir. Ama, kapitalist restorasyonun mağdurları, örneğin bugün açıkça köpek muamelesi gören Alman işçi sınıfı, demokrasinin ne demek olduğunu anlamak zorunda kalıyor. Emperyalist bir merkezde, böyle.

Bizde durum elbette daha ağırdır.

Kapitalizmin en büyük ve “liyakatli” dini demokrasinin -yarım akıllı şeriatçıların demokrasi düşmanlığı ile karıştırılmasın- tel tel döküldüğüne tanık oluyoruz. Gerçek kimliği açığa çıkıyor.

Bu kriz, demokrasi dininin asıl yerine sürülmesi ve gerçek sahiplerinin eline bırakılması sonucunu verebilir tabii eğer yenersek. Sosyalistler kazanırsa, insanlık tarihinin bu en riyakâr dininin, böylece hayatı yaratanların ayaklarına ve kafalarına takılmasını da önlemiş olacaklardır.

Bağlamak için soralım: Acaba Hitler, Almanya’daki 500 bin Yahudi’nin katledilmesi nedeniyle mi, yoksa son bazı kaynaklarda 27 milyonu bulduğu belirtilen Sovyet yurttaşlarının imhası yüzünden mi demokrat sayılmıyor?

Hitler, Mussolini, Franco, Salazar, Albaylar Cuntası, Pinochet, Kenan Evren... Bunların hepsinin insanlık ve emek düşmanı olduğu doğrudur. Ama bunların, kesip biçtiklerini, yoğun bir halk desteği olmadan yaptığını kim ileri sürebilir? Demokrattılar. Diğerlerinden ayırmak için hadi “katil demokratlar” diyelim. Eski solun histerisini göğüslemiş oluruz belki.

Gelmek istediğimiz nokta şu: Faşizmlerin “Kimin için demokrasi?” sorusunu yanıtlayan bir “demokratik türev” olduğunu hep birlikte anlıyoruz.

Faşizm bir demokrasi biçimidir.

Faşistler bir tür demokrattırlar ve insanlığa piyasaya hizmet dışında bir kurtuluş şansı tanımazlar.

Tekel direnişi, hepimize, galiba bir de bunu öğretecek.

Neyse, sonuçta, Dicle’nin devrimci çocuklarıyla Ankara ve İzmir’in devrimci çocukları, hep birlikte, Türkiye’yi sol bir cumhuriyet halinde yeniden örgütlemek üzere kaderimize el koymazsa, bunun ne korkunç bir anlama geleceğini hep birlikte etimizde yaşayacağız.

Zafer ve hezimet, sinyallerini, büyük muharebeler öncesinde hep iç içe gönderirmiş.