Çöküşümüz, Victor Hugo ve asıl silah

"Bize bir şey olmaz!" ile "Bizde bir şey olmaz!" birbirinden tek bir harfle ayrılmıyor. Yani, ortalık yanarken, kendisine veya yakınlarına bir şey olmayacağını, her türlü sıkıntıdan bir biçimde azade olduğunu düşünen adamla, dünya yansa kendi halkında, ülkesinde, sınıfında çıt çıkmayacağına inanan adam arasında bir fark bulmak gerçekten zor. Zaten de yok.

Ama bunlardan bizde çok var.
Bizde bir de ifratla tefrit arasında yoğun bir trafik yaşamayı politika sananlar var. Malum. Sayıları da çok. Acı olan, tek başlarına, tabii "kitleyle", artık neredeyse o kitle, her şeyi değiştirip dünyayı "demokratlaştıracağını" sananların saf değiştirme hızıdır. Dün orada, bugün burada.
Fakat, bunlardan sadece bizde yok ki.

Bunlardan her yerde var. Londra’da da, Berlin’de de, Paris’te ve Kahire’de ya da Tahran’da da var. Biz "sui generis", benzersiz falan değiliz. "Biz bize benzeriz" lafı ahmaklar içindir. Biz hem birbirimize hem de dışarıdakilere benzeriz. Benzedikçe de birbirimizin kopyası olmadığımızı görürüz. Sonuçta, kaderlerimiz ve ana hatlarımız ortaktır. Yani onlar da bize benzer: Bizde ne rezillikler varsa, onların izdüşümünü Batı’da ve daha Doğu’da da bulabiliriz.

Ama bizim son yıllarda bir iddiamız var. Türkiye topraklarının devrimcileri, sosyalizm inadını her hal ve şartta hep önde tutanları, entelektüel kapasiteleriyle Batı ve Doğu’dan epey önde görünüyor. Şimdilik.
Sağımızın, dünya sağının paspası olduğunu düşünebiliriz, her zaman uşaktırlar, ama solumuzun, devrimci bir soldan söz ediyoruz, dünya solunun yüz aklarından biri olduğunu, bu dili ve siyaseti iyi takip eden her dürüst insanın söylemesi gerekir. Etkisizliğimizi yüzümüze vurup duranlara, hem de bunu Kürt halkının sırtından yapanlara, geçmişlerini hatırlatmak zorunda kalıyoruz. Kürt isyanının yakın geçmişindeki Mahir’i, Deniz’i, İbo’yu, elbette artık bir özgürlük fırtınası olarak kalbimizin en korunaklı bir yerinde taşıyacağımız Mihri Belli’mizi nereye koyacaklar? TKP’yi, TİP’i, Dev-Genç’i?.. Yalçın Hocamız’ı?
İyi.

Artık tam bu noktada, büyük kırılmanın başladığına, somut bir biçimde sahnenin içinde boğazlaşmalara start verildiğine tanık oluyoruz. Buradan geri dönüş yok. Bunu kimse beklemesin. Büyük boğazlaşma başladığında, bir etnik grup bir başka etnik grubu, üstelik etnik gerekçelerle, o yetmediğinde dinsel gerekçelerle, kovmaya başladığında, "reset" mümkün olmayacak. O sath-ı maildeyiz artık. Ne yapılabilir?
Sırplara mı benzeyeceğiz?
Olayların elimizden tümüyle çıktığını düşünsek bile, o zaman bile, pratikteki cepheleşmelere bizzat müdahale edinceye kadar ve şu andaki "cirmimizle" de bir şey yapabiliriz. Aslında onunla çok önemli bir şey yapabiliriz. Eğer Victor Hugo haklıysa...

Bir acil program önerebiliriz.
Türkiye’nin artık bir felaketin içinde debelenmeye başladığını bağırarak, acil bir kurtuluş programı ilan edebiliriz.

Edemez miyiz?
Neden? "Bize bir şey olmaz!" veya "Bizde bir şey olmaz!" diye düşünenlerin tuzağında çırpındığımız için mi?

Belki. Ama Türkiye toprakları üzerinde büyük ve eskilerini aratmayacak bir kanlı tehcirin planlandığını düşünüyorsak, bu toprakların tartışmasız sahiplerinden, Türkiye adlı ortak evimizin ve Türkiye adlı bahçemizin asli sahiplerinden Kürt halkına nasıl destek vereceğimizi, bunu Türk-Kürt gericiliğini etkisizleştirerek yapacağımızı ilan ederek mesela... Türk devrimcilerinin cesetlerini çiğnemeden bu topraklarda Kürt halkına dokunulamayacağını ilan ederek...

Program, acil program, büyük yaralarda ve büyük yıkımlarda en önemli ilaçtır. Tek bir kişi bile ayağa kalkıp ilan etse, Victor Hugo’nun o unutulmaz vurgusu gerçek olur: "Hiçbir şey, zamanı gelmiş bir düşünceden daha etkili değildir." Şu anda antiemperyalizmden ve antikapitalizmden daha etkili, üstelik zamanı gelmiş başka bir düşünce mi var? BM Barış Gücü ve elbette NATO askerleri sokaklarda "barışı garantiye alırken", bu arada çocuklarımız çöplerden beslenirken, bunu anlarız...

Bizler. Sıradan insanlar. Sokaktakiler. Çöl sıcağında üşüyenler. Anadolu’nun korkunç bir senaryoya peşkeş çekildiğini, son perdeye itildiğimizi görenler...

Kardeşler! Devrimciler! Sizlere bakıyoruz...