Çöküşü hızlandıranlar, çöküşe direnenler

Bir haber ve bağlantılı bir vurguyla başlayalım. Arkadaşımız Mustafa Kemal Erdemol’un yeni kitabı Cumhuriyet Kitapları arasında çıktı: “Aklını Yitiren Türkiye”. Olayları ve güncelliği, kendine özgü bakışıyla, üstelik eşine pek sık rastlanmayacak bir dil dünyasıyla ele alan Erdemol, çöküşümüzün müsebbipleri kadar, buna direndiklerini ileri sürenlerin niteliğine yönelik provokatif tablolar ve sorulara da yer veriyor bu çalışmasında. Bulunduğu ve sözünü sarf ettiği yer, Erdemol’un bakışını ciddiye almamız gerektiğini hatırlatıyor bize ve bununla ne demek istediğimizi ileride hem burada hem de başka yerlerde açmaya çalışırız. Söylemek istediğimiz şey, başka.

Başka, çünkü Erdemol, ki muhtemelen bu çalışmayı kitap halinde yayımlama gerekçesi de burada gizlidir, dinciler kadar laikler ve milliyetçilerin de Türkiye’nin mezarını kazdığına dikkat çekiyor. Haklıdır.

Haklılığını kanıtlayacak gelişmelerin zaten biri bitmeden bir başkası başlıyor. Varlığıyla Londra’yı şenlendiren bu gerçekten önemli yazarımızın binlerce kilometre uzağında, sıcak yeni bir olay girdi gündeme. Almanya’da... 1915’teki kanlı tehcirin, gerçekten büyük felaketimizin asıl sorumluları, daha doğrusu onların “demokrat mahdumları”, yüzyıllık bir aradan sonra hızlandılar. Art arda pahalı propaganda filmleri hazırlayarak, “Türkiye’nin özellikle Ermeni soykırımı nedeniyle nasıl bir suç anlamına geldiğini” anlatmaya çalışıyorlar. Geçen cuma Alman birinci kanalı ARD’de ve gece yarısı yayımlanan Eric Friedler’in “Aghet-Ein Völkermord” (Felaket-Bir Soykırım) adlı yeni belgeseli, hafta başında, salı gecesi ve en ideal zamanda iki Türk’ün de katıldığı bir “tartışma” eşliğinde, yine devlete ait bir haber kanalında (“Phoenix”) yeniden yayına sokuldu. Sözde Türkiye’yi savunan bu iki Türk, özellikle Türk medya cehaletinin simgesi ve Hürriyet’in yıllanmış Berlin temsilcisi Ahmet Külahçı, Türkiye’nin ipinin nasıl “bu tür Türkiye yanlıları ve Türkçüler eliyle” çekileceğine somut bir örnek daha verdiler. Konuştukça battılar.

Zokanın yutulduğu bir kez daha kanıtlandı. Türkiye’nin ipini asıl bu tür elemanların (hani islamofaşizmle sözde mücadele eden pek bir kemalist, ama aslında zır sosyalizm düşmanı üniformalılar ve akrabalarının) çekeceği iyice ortaya çıktı.

Mustafa Kemal Erdemol, Türkiye’nin tüm ciddi sosyalistlerince anlaşılabilecek titizliğinde elbette tutarlıdır ve bu tür uyarılarda bulunmaya, seslendiği yer itibariyle, kuşkusuz hakkı vardır. Gerçekten de, artık o aşamaya gelmiş bulunuyoruz: Türkiye’nin ipini sadece dinciler veya Kürtçüler değil, en az onlar kadar, sosyalizm düşmanlığında ısrarlı, her türden Türkçü ve laikler de çekmektedir. Hatta muhalif geçinen bu ikincilerin bir “hızlandıran” rolü üstlendiğini görüyoruz. Batı’nın veya emperyalizmin arayıp da bulamadığı bir nimet yani. Mebzul miktarda mevcut...

Neyse..

Bunlara yeniden döneceğiz.

Ama bir konu açık. Avrupa, önümüzdeki yıllarda bu kanlı meseleyi, Anadolu tarihinin Rumluk ile birlikte yaşadığı en büyük bir acıyı kâra dönüştürmekte ve Türkiye’nin çöküşünü nihayete erdirmekte kararlıdır. Eric Friedler gibi, mantığı en çok Goebbels’e yakışabilecek bir demokrat “gazetecinin” olayı belgelemesi ve çıkacak sonuçlar başlı başına bir araştırma konusudur. Eric Friedler ile Hürriyet muhabirinin, daha doğrusu Türk medyasının, tam bir bütünlük oluşturduğunu da ekleyelim.

Bir şeyi açıkça ortaya koyalım: Ermeni acısını soykırım olarak tanımlayan bir ülke, Rumluğun kovulmasını ve Süryaniler başta olmak üzere birçok etnik topluluğun yaşadığı baskıları, farklı adlandıramaz. O halde yakın bir gelecekte Anadolu’nun en az üç temel “modern soykırım” sonucu kurulmuş bir “Anomalie” olduğu, uluslararası kabul görecektir. Türkiye, varlığını bu sistem içinde koruyamaz.

Bakmamız gereken yer orasıdır ve içerideki sosyalist damarın yaşam nedenlerine işaret etmemiz de buradan kaynaklanıyor.

Türkiye 1923’ün bir anomali olmadığını, ancak emperyalizm ve hempalarını yaşanan katliamlardan birinci derecede sorumlu sayarak anlatabiliriz. Eğer gündemde emperyalizm, emperyalizmle savaş ve sosyalizm yoksa, Türkiye de yok. Sosyalizmden nasiplenmemiş Türkler, dünya halklarına kolayca kanlı birer kasap, bir tür “nazi” olarak propaganda edilebilecektir. İsteyen yakın çevremizde yaşanan son olaylara ve suçlamalara bir baksın.

O nedenle, yükselen ve yerleşen islamofaşizm, yani dinciler ve onların sözde muhalifi lalik-milliyetçi karması tayfa, aslında da AsParti-AkParti koalisyonu, her hücresiyle sosyalizm düşmanı olmaya mahkumdur. Bunlar Türkiye’yi bitirmeye yeminli kadrolardır.

Aslında, mefhumu muhalifinden hareket edersek, bu kadar basit bir cepheleşmede bile yeniden gözlüyoruz: Türkiye, artık sosyalizm dışında hiçbir çember içinde ve yaşam alanında kabul görmeyecektir. Biraz da o nedenle, Türkiye’nin tarihsel haklılığını, kurulma ve yaşama şansını sadece ve sadece Ekim Devrimi sayesinde elde ettiğini –istemeden de olsa- bize kanıtlamakta kararlı Batı. Hele hele Avrupa Birliği denilen, Almanya-Fransa ekseni. Ekim Devrimi ve sürekli bir yanlışlık olarak yinelenen -birden çok ülke ve kültür coğrafyasında kurulmuştu SSCB çünkü- “tek ülkede sosyalizm” sayesinde Türkiye’nin varlığını sürdürebildiğini görüyoruz. Hadi abartarak söyleyelim: Demek ki Stalin ve onun Türkiye ısrarı olmasaydı, Türkiye de olmayacaktı.

O çizgideyiz. Türkiye’yi sosyalizmsiz savunabileceğini sananların, aslında bu ülkenin ipini çektiğini görüyoruz. Sosyalizm düşmanlığından geçen bütün yolların Türkiye’nin ipini çekeceğini her gün yeniden ve yeniden görüyoruz. Türkiye halkının en az iki parçaya ayrılacağı ve her parçanın mafya yapıları doğuran tüccar devletlerde ırkçı-dinci bir ideolojiyle varlığını sürdüreceği zamanlar, resmen üzerimize geliyor. Bütün bu kaos içinde bir tek genç TKP ne yaptığını biliyor ve halkı, aydın adaylarının hiç değilse ilgisini, üzerinde topluyor. Özelleştirme suç duyurusu bunlardan sadece biri ve en sonuncusu...

Solumuzun bu gerçeği itiraf etmese bile, hiç değilse içten içe kabullenmesinde ve sol bir iktidar için masaya oturmasında yarar vardır. Böyle bir masada, sol kemalizm ile sol kürdizmin özel önemleri de ortaya çıkacaktır.

Sosyalizm dışında hiçbir şey Türkiye’nin kuruluşunu aklayamaz.

Sosyalizm dışında hiçbir şey, büyük bölümü bir gericilik dalgası içinde geçmiş bu ülkenin 90 yıla yaklaşan varlığını geleceğe taşıyamaz.

Sosyalizm dışında hiçbir yöneliş, Türkiye’nin kanını durduramaz.

Ölüm, eğer genç devrimcilerimiz de başarısız kalırsa, bu ülke için artık kesin gibi bir şey...