Çıkmazda İttifak? YURDAKUL ER

Çok tuhaf bir zamana doğru yürüyoruz. Söylenen doğruların hiçbir anlamının kalmayacağı zamanlara.

Felaketin eşiğinde, hatta galiba artık biraz da içindeyiz, malum, böyle sınır boylarında kırmızı çizgilerin netliği kaybolur. Sürprizin biri bitmeden diğeri başlar.

Kendimize bakarak da söyleyebiliriz: Türkiye'nin büyük bir ekonomik krizin içine girdiğini, bunun "kaçarı olmadığını" burada çok yazdık. Şimdi galiba finale doğru yaklaşıyoruz. Kimsenin kimseyi dinlemeyeceği, kimsenin başkalarının peygamberliğinden veya kahinliğinden rahatsız olmayacağı bir final bu. Dibe vurduk.

Olan oldu.

Bu duvara er ya da geç çarpacağımızı söylemek önemli değildi.

Herkes biliyordu çünkü. İktidardaki cahil imam döküntüleri bile bir biçimde duymuşlardı. Ama iktisatçı kimliği taşıyan yardakçıları sayesinde "belki bir kriz çıkar, olabilir, ama biz bu gavurları öyle bir bağladık ki, bize dokunmazlar, dokunamazlar" duygusu içindeydiler.

Yani...

Yani, dünya sisteminden 10-15 milyar doları haraç mezat sattıkları ülkemize -sözde- bağlayarak, bizi krize karşı da şerbetlediklerini düşünüyorlardı. Bu modern ortaçağın kent kenarı köylülerinin aklı daha fazlasına ermez. Çok basittir kafaları. Ancak, 1980'den bu yana geçen 28 yılda hem halkımızı, hem de kendisini aydın sanan yazar-çizer tayfasını iyice "benzettiklerinden", göğüslerini gere gere ortada dolaşabiliyorlardı. Çok haksız olduklarını söyleyemeyiz. Gerçekten de, bir Tayyip Erdoğan'ın sadece Deniz Baykal'ı değil, AsP -cari- başkanını, Koç veya Sabancı ailesini, Cem Uzan veya Tuncay Özkan'ı, Baskın Oran'ı, Murat Belge'yi, Ufuk Uras'ı vs, sahnede ne kadar "muhalif" varsa hepsini cebinden çıkarabilecek kadar kurnaz olduğu ileri sürülebilir.

Düzey, bu.

Ama iş, artık çok ciddidir.

Soruluyor: Tayyip gider mi?

Tayyip Erdoğan'ın bu krizle silinip süpürüleceğini, meydanın kendilerine kalacağını düşünenlerin sayısı çoğalıyor olabilir. Fakat, bu konuda fazla iyimser olmamalarında yarar var. Erdoğan'ın silinmesi, artık bu ülkenin ayakta durabileceği anlamına gelmiyor. Belki sadece, devrimci bir iktidar üzerinden ülkemizin makus talihini kökünden değiştireceğini, kurtaracağını düşünen şimdilik az sayıda devrimcinin, bu adamı, yolda ilk ayıklanması gereken kaba taşlardan biri olarak görme hakkını ciddiye alabiliriz.

AkP gidici, eleştirel ortağı AsP kalıcı mı peki?

Bunlar gidici.

Gidici ve kısa vadede yerlerine bir "gelici" yok.

Burjuvazi bir çaresizlik duvarına çarptı. Bunların, yarım akıllı Batılı sosyologların, siyaset sınıfları eşliğinde, AKP'yi desteklemek için son 5-6 yıldır bol bol çiğnediği Anadolu zenginlerinden oluşan "İslami Calvinistler" sakızı, şimdilerde yazma özürlü ve AKP mandalı Hasan Bülent Kahraman benzeri doçentlerin ağzında dolanıyor. Anadolu dincileriyle elit burjuvazinin anlaşacağını müjdeleyenler de var. Neden ayrıldıklarını, birbirlerine neden bu kadar sert girdiklerini açıklayamadan.

Ama çare yok.

Çıkış yok.

O nedenle de, ülkemizi bir felaket bekliyor. Nihai iç savaşla, kanlı bir coğrafyaya dönüştürülüp tarihinin silindiğine tanık olacağız... Eğer yurtsever solumuz, devrimci görevlerini layıkıyla yerine getiremezse..

Nitekim bazı işaretleri Almanya da verdi. Türkiye ekonomisinde son sözün sahibi 1970'lerin başından bu yana hep Almanya olmuştur. Türkiye, dünya sistemi içinde Almanya Avrupası'nın uhdesine bırakılmıştır çünkü. ABD, büyük patron, neredeyse 40 yıldır Türkiye'yi, kahyası Almanya üzerinden yönlendiriyordu. Şimdilerde bazı siyasi öncelikler ve güç dengeleri değişiyor.

Büyük patronun yetişemez olduğu, açıkça bağırılıyor.

Kabul bütün bunlar bilinen şeyler. Eklenmesi gereken, Kemal Derviş tipini hiç aratmayacak kadar hırslı bir sosyal demokrat sağcı olarak Federal Almanya Maliye Bakanı Peer Steinbrück'ün, dün, Berlin'de milletvekilleri önündeki konuşmasıdır: "Hiçbir şey krizden önceki gibi olmayacak artık."

Bu, adı zikredilmese bile, Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren bir saptamadır.

Almanya'nın hırslı bir sağcısı, Steinbrück, ayaklarının altındaki toprağın kaydığını fark ediyor olabilir. Türkiye'deki kafadarlarının bundan da haberi yok. ABD'deki krizin Almanya'da reel ekonomiyi de vurmaya başladığını söylemek kolay değildir. Adamlar hop oturup hop kalkıyorlar.

Bu gidiş, ülkedeki tüm taşları yerinden oynatabilir.

Hadi o iş Almanya'da kalır diyelim.

Ya Türkiye?

Almanya'nın reel ekonomisinin vurulduğu bir âlemde, Türkiye vida bile üretemez hale gelmeyecek mi? Bu kadar iç içedir.

Resesyondaki bir Almanya, Türkiye için çok ağır bir darbe demektir.

Neden?

Çünkü Türkiye ekonomisinin, daha doğrusu reel ekonomisinin tüm temel yapı taşlarının üzerinde Almanya'nın damgası bulunuyor. Bu ağırlığın politikaya aynen tercüme edilememesindeki neden, "askeri dolayımda" yaşanan boşluktur.

Berlin'in sıkıntısını çektiği şey, askeri şiddet eksikliğidir ve bu, ABD'nin varlığını gerektiren bir gedik. Askeri gücü olmayan bir ekonominin, etkisi de sınırlı kalıyor tabii.

Çok kutuplu dünya gerçek oluyor. Kapitalist ve çok kutuplu...

Ama dibe vuran ülkemizde bunu tartışacak zaman kalmadı.

Uzlaşmak istese bile, uzlaşamayacağı koşullara itildiğini görüyor Türkiye burjuvazisi.

Tersi, emekçi sınıflarımız için doğrudur: Kimi kesitleri demokrasi diye diye iktidar için ittifaktan kaçsa ve kendini burjuvazinin kucağına atsa bile, genelde ortak iş yapmak zorunda kalacağı koşullara itildiğini görüyor Türkiye solu.

Realite, sınıfların kaderini farklılaştırıyor. Aynıların aynı yerde, ayrıların ayrı yerde toplanması kolaylaşıyor.

Dedik ya, çok tuhaf bir zamana doğru yürüyoruz. Söylenen doğruların hiçbir anlamının kalmayacağı zamanlara...

Sadece sosyalist bir kurtuluş programının ciddiye alınacağı zamanlara...