Çıkarlar, Eşgüdüm ve ‘Parçacıklar Siyaseti” YURDAKUL ER

Galiba sadece soL'da, kuzeyimizdeki kanlı hesapların gerçek anlamı üzerinde akıl yürütmek mümkün. Bunun tek nedeni yazarlarımızın entelektüel kapasitesi değil, o var, ama asıl önemlisi, Türkiye Türkçesindeki -yönetenlerin ve eski solun- düzeysizliğidir. Durum galiba Batı dillerinde de daha farklı değil. Neyse, işte, kimsenin aklına belli başlı klişeleri yinelemek dışında bir şey gelmiyor. Oysa analitik kalemlerimiz Kemal Okuyan, Aydemir Güler ve hatta Ergun Çağlayan'ın son vurgularını bir arada değerlendirdiğimizde, önümüzde bambaşka yolların açıldığını görüyoruz.

Tamam.

Tamam ve gerçekten de, ABD'nin ortaya çıkan son durumdan çok fazla rahatsız olduğunu düşünmemek gerekiyor: Amerikan uşaklarının sultası altındaki tuhaf Gürcistan coğrafyası, Rus tanklarına rağmen Amerikan ve Avrupa planlarının tümüyle dışında değil.

Olamaz da.

Güney Osetya ve Abhazya gibi safralardan şu veya bu şekilde, örneğin Rusya'nın uhdesine bırakarak kurtulmuş, yani etnik bünyesi takviye görmüş ("arındırılmış") Gürcistan'ın, Amerikan, NATO veya AB planları için bir dezavantaja dönüştüğünü söyleyebilir miyiz?

Pek değil.

Dikkatli bir adım atıp, tersini bile düşünebiliriz: Avantaj kefesi daha ağır basıyor.

İki husus var.

Bir: Emperyalist sistem içinde sermaye cephesindeki çıkarların eşgüdümünü kalıcı bir biçimde sağlamak, yani istikrar, hayaldir. Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası, zaten biraz da bu imkansızlığın başka sözcüklerle ifadesidir. Bu düzende, ülkeler, sektörler, hatta aynı toplumsal katman içinde bile çıkarlar arasında bir uyum veya birlik sağlanamaz. Sürtüşme önlenemez. Çıkarlar arasındaki sürtüşme kalıcı, istikrar ise geçicidir. Koordine edilemeyen çıkarlar, yani önü alınamayan sürtüşmeler, "küresel ekonomide" büyük uluslararası krizlerin temel tetikçisi konumundadır.

Sürtüşmeler negatif enerji, bu enerji de her biri diğerinden farklı krizler üretiyor.

Gürcistan'a baktığımızda da gördüğümüz odur: Emperyalist-kapitalist dünya sisteminin her cinsten savunucusu, bir türlü çıkarları arasında ahenk kuramıyor. Çıkarların farklılığı, çoktandır harlı bir kriz ocağına dönüşmüş durumda. Ortada herhangi bir sol müdahale yok sol elbette var da, henüz toplumsal etkisi kısıtlı. Şimdilik, özellikle de Türkçede, entelektüel şiddetiyle kendisini hissettiriyor. Hatta, soL ve etki alanına bakarsak, daha doğrusu solculuk adına sermayenin birbirinden pespaye yayın organlarında marksizm-leninizm çağrıları yapan ve tabii soL'daki iradeyi de başdüşman olarak görenlere bakarsak, bir hegemonyadan bile bahsedebiliriz. İşte bu eksikliğin belirlediği bir sahnede, her biri diğerinden daha vahşi kapitalist odaklar, uşaklar ve efendileri, birbirine giriyor. Çıkarları için birbirlerinin boğazına sarılmaya hazırlar. En azından ısrarla birbirlerinin ayaklarına basıyorlar.

Bu hengamenin maliyeti henüz emekçi halkın sırtındadır.

Çıkarların eşgüdümü, bu "muhayyel koordinasyon", ki isteyen "şehir efsanesi" de diyebilir, bir sınıflı toplum masalı olarak ütopik yerini koruyor. Ucuz mikro ve makro ekonomi kitaplarına yakışıyor.

Biz, Gürcistan'daki kapışmayı, bu olanaksızlıkla, yani sürtüşmeleri engelleyememe çaresizliğiyle tanımlayabiliriz. Merkezkaç kuvvetler halindeki çıkarlar, sahnedeki aktörleri birbirlerinin gözünü oymaya itiyor. Normaldir.

İki: Ama bir başka pencereden gördüğümüz manzara da "parçacıklar siyaseti"nin nasıl yerleşikleştiğini gösteriyor. Örneğin, yeni bir etnik temizliğe sahne olan Kafkasya coğrafyasının, parçaların biraz daha küçülmesiyle, dışarıdan müdahale ve belirlemeye nasıl açık hale geldiğini görüyoruz. Atomize toplumlar ve coğrafyaların emperyalist bünyedeki tercümesi, "parçacıklar siyaseti", kuzeyimizde de hükmünü sürdürüyor.

Bağımlı siyasal bütünlükler, görece daha az gelişmiş coğrafyalar paramparça edilmezse, emperyalist merkezlerin yaşama şansı bulunmaz.

Akrep gibiler yani: Kötü niyetlerinden çok, doğalarından kaynaklanan bir imha kudretleri var.

Doğrusu Gürcistan'ın yeni konumuyla, etnik temizlik sonrası ve biraz da yaralı olarak, emperyalizmin işine daha çok yarayacağını düşünmek, yanlış değildir. İstikrar, emperyalizme yabancı bir şeydir özellikle bağımlı bölgelerde.

Böyle bir ortamda, ABD ile AB arasındaki çekişmeleri ve izlenen parçacıklar siyasetini kapitalizmin çağdaş gereksinimleri olarak değerlendirmek kolaydır. Ama sorun bu değildir.

Yani kuramsal bazı vurgularımızın pratikte doğrulanması, solun zaferi anlamına gelmiyor. Tamam, devrimci kuram olmadan devrimci pratik olmuyor, biliyoruz, ama sorunun uzunca bir süredir entelektüel hegemonyanın ötesinde bir yerde, toplumsal pratikte yattığını da biliyoruz.

Onun sınırları zorlanıyor.

Şu anda böyle ilginç bir belirsizlik noktasında bulunuyoruz.

Kim bilir, belki de bu sözcüklerle, felaketin eşiğini yeniden tanımlamış oluyoruz.

Felaketin içinden konuşmaya başlıyoruz.

Oraya itiliyoruz.