Cehennemi Yakan Çocuk

Arap dünyasının ayağa kalktığını söylüyorlar. Doğrudur. Ama bu konuda şimdiye kadar kimsenin, yani özgürlükçü ve pek demokratik medyanın kılı bile kıpırdamamıştı. Batı medyasından söz ediyoruz: Özellikle Türkiye’de, üç kuruşluk yabancı dil bilen "sivil toplum soytarılarının" durmadan göndermede bulunduğu "merkezî" cehalet küplerinden. Hepsi yanlış ayak üzerinde yakalandı. Şaşkınlık içindeler. Dünyadan haberleri yokmuş ortaya çıktı. Hâlâ da şaşkınlar.

Emperyalist Batı, böyledir. 100 yıl önce de böyleydi. Ekim Devrimi yola çıktığında örneğin, bir türlü bir anlam veremediler. Bir şeylerin farklı yürüdüğünü hisseder gibiydiler gerçi, ama kutsal Rusya ananın çocuklarından böyle bir dinsizlik/densizlik beklemiyorlardı dolayısıyla Bolşevik kimliğe yapıştırdıkları adla "maksimalistlerin", zaman içinde bu çıkışlarının tavsayacağından emindiler. Ekim Devrimi’nin yerleştiğine uzun süre inanamadılar. Nazi Almanyası’nın, bize Sevr’i sokuşturmakta kararlı demokratik Batı’dan, 1943’te Stalingrad’da tarih tersyüz edilinceye kadar aldığı kanlı destek, biraz da bununla açıklanabilir.

Neyse...

Demek ki, şaşıracak bir şey yok. Batı sivil toplumcu ve demokratik kaynaklarından beslenenlerin, sadece bir cehaleti taşıdığını söylemek, pek de önemli bir vurgu sayılmamalıdır. Asırlardır iliklerine kadar sömürdükleri "yarı insan yarı hayvan" sürülerin, Arap halklarının sözgelimi, bir tarihi olduğuna bile inanmıyor adamlar, içimizde dolaşıp duran sivil toplumcu hainleri dahil, neden isyan olasılıkları ve anlamıyla yakından ilgilensinler?

Trajedi bizdedir. Böyle iç içe yaşadığımız toplumların tarihi ve yaşadıkları güncel acılar konusunda Batı denilen demokratik cehennemin, bu müptezelliğin yarattığı uşakları kaynak olarak kullanmak zorunda kalan bizlerdedir. Herkese söylenip duruyoruz, elbette akrabalığımız olanları, yalnızca onları, eleştiriyoruz. Ama kendimizi de eleştirelim: Bu kardeş dünyayla, bu yüzyıllarca iç içe yaşadığımız insanlarla çok az ilgilendik, onların dilini öğrenmekte ihmalkâr davrandık, o dilleri bilen çocuklarımızı yeterince desteklemedik, çalışma alanları açmadık, şimdi İngilizce, Fransızca ve Almancanın insafına sığınmak zorunda kalıyoruz. Bu diller arasında yine de sosyalizmi hem kuram hem de maddi açıdan kurmuş olduğu bilinen Almanca, bize en fazla yardımcı olacak dildir. Orada olan biteni yeterince algılayıp ve aktarabilecek sağlamlıkta kaynaklar bulmak daha kolay. Bu dilin Türkiye’de en çok ve en iyi kullanılabilen Batı dili olduğunu herhalde eklemeye gerek yok. Trajik olan, solumuzun, bu dilin zenginliklerini, örneğin Ernst Bloch gibi bir "stalinist" deryayı, Türk solunun başdüşmanı bir gericinin, Türkçesiz bir "antistalinist" çömezin ellerinden okumak zorunda kalışıdır. Utancımız olsun.

İyi. Öyle olsun.

Çemberi tersine çevirmekte yarar var. Uzun süre bu köşede söylediğimiz şeyleri yinelemek gereksiz. Ama Arap dünyasında neler olup bittiğini bu insanların dilinden bizzat öğrenip ortak bir gelecek kurmak için hizmete verecek insanlarımıza bir iş alanı, etkili bir muhalif medya veya gayriresmi akademi, yaratmakta yeterince etkili olamadığımız için de biraz çapraza düşmüş gibiyiz.

Kendimizi de eleştirelim.

Kürtçeyi, Arapçayı, Farsçayı, Yunancayı, Rusça, Bulgarca, Ermenice ve Sırpçayı yeterince öğrenmeyen, birinci elden hakkını verip entelektüel üretime sokamayan Türkiye solunu eleştirelim. Yapılacak çok işimiz var.
Başa dönelim: Batı’nın şaşkınlığı veya cehaleti, sivil toplum ve demokrasi zokası yutmuş içimizdeki uşakları üzerinden, bize komşularımızla ilgili doğru dürüst bir bilgi kaynağı olamayacağını gösteriyor.

Topraklarımızda 100 yıl önce yaşananları, Arap halkları daha yeni yaşıyor. Ama dikkat tuzaklar büyük, çünkü aramıza yazılarıyla dönerek hepimizi sevindiren Galip Munzam’ın önceki günkü güzel vurgusundan el alarak söylersek, çözümleri, arayışları, aydınlanmanın uzağında ve dinin geleneksel kodları çerçevesindedir. Biz bile dinin kodlarını sıkıştırılırken... Neyse... Uzaklığımız hiç iyi değil.

Arap dünyasındaki kalkışmanın bir devrime dönüşmesi, bizim gibi ülkelerin solundan gelecek aydınlanma kaynaklı destekle, sosyalist bir entelektüel şiddet içeren elimizle yakından bağlantılıdır.

Elimizi uzatmakta geç kaldık, uzattığımızda da onlara benziyoruz, yani onlara bizdeki ilerici enerjiyi taşımaktan çok, onlardaki geri ve dinsel bir koku taşıyan gerilek enerjiyi ithal etmek zorunda kalıyoruz.

Yine de bu kalkışma iyidir. Batı’dan bir şey öğrenemeyeceğimizin ortaya çıkartan şaşkınlık veya cehalet de iyidir. Ama kardeşlerimizle aramızdaki mesafe kötüdür.

Misal: Arap dünyasının ilerici unsurlarının İstanbul’da, Türkiye devrimci hareketinin ortak bir organizasyonuyla uluslararası toplantılar yapıp Türkiye halkını ve dünyayı doğru bilgilendirmesine aracı olamamak kötüdür.

Kardeş halkların iyi çocuklarını ve bizim yetenekli çocuklarımızı istihdam edebileceğimiz medya ve akademi kanalları yaratamamış olmak kötüdür. Hadi, eksiğimizdir, diyelim.

Ama devrimci, kötünün ve eksiğin içinden iyiyi, hatta "inanılmazı" zorla çıkarıp alan, cehennemi ateşe veren çocuğun diğer adı değil midir?

Öyledir. "Umut ilkesi" bir entelektüel dinamizm olarak yürürlüktedir.