Barzanistan, Türkiye Kürtlerine Yurttaşlık Verir mi?

Soruyu tersinden bir yanıtla kapatmak için sonra yineleyeceğiz, ama önce başka bir şey söyleyelim: İnsanlık tarihinin, hadi "bizim bildiğimiz insanlık tarihinin" diye biraz alttan alalım, en barbar gericileri Avrupa’dan çıkmıştır. Moğol istilaları, Avrupa soykırımcılığı karşısında çocuk sayılır. Dünyadaki her türlü gerici kan banyosunda öncelikle Avrupa uygarlığının eli vardır. Sivil toplumculuk bu barbarlığın çağdaş adlarından sadece biridir.

Elbette bu barbarlığın kendi içinde bir antitez üretmesi kaçınılmazdı. Nitekim, aydınlanma ve onun meşru çocuğu marksizmin böyle bir barbarlığa yanıt olarak sahneye çıktığını düşünmek yanlış değildir. Marksizm ve leninizm, bu sahneye bir reddiyedir. İkinci Savaş sonrasındaki reel sosyalizm de, yine, insanlık tarihinin gördüğü göreceği en korkunç bir barbarlığa, Hitler nazizmine bir yanıttır. Dolayısıyla, reel sosyalizm düşmanlığının, onu önceleyen bir barbarlığa ve hedeflerine övgü olduğunu bir kez daha geçerken yinelemiş olalım.

Gelmek istediğimiz yer, burasıyla bağlantılı, ama daha başka. Malum, yılbaşından bu yana Macaristan, AB Konseyi Başkanı. Aynı yılbaşından beri de Macar hükümeti, Macaristan dışında yaşayan Macarları, ki 2.5 milyon civarındalar, dilekçe vermeleri halinde yurttaşlığa alabiliyor. Bu konudaki yasal düzenleme 1 Ocak 2011 itibariyle yürürlükte. Buna kimsenin bir şey dediği yok. Çünkü Macar gericiliği bu numaraları Alman gericiliğinden öğrendi, şimdi uyguluyor. Orta Avrupa’nın epey bir karışacağını düşünmek, komploculuk değil yani. Sırbistan başta olmak üzere eski Yugoslavya toprakları, Romanya ve Slovakya’daki Macarlara yönelik bir atak bu... Neden?

O soruya da yanıt vermeyelim. İşin bizi birinci derecede ilgilendiren yanı, Barzanistan’ın muhtemel ve mutasavver atağıdır. Gerçekten de soralım: Eğer şu yeni İsrail, içindeki yüz binlerce Amerikan askerine de güvenerek, tutup Türkiye Kürtlerine seslenir ve "Kürt kanına sahip olduğunu kanıtlayan herkese" yurttaşlık vereceğini ilan ederse, ne olur? Bunun yakın gelecekte başımıza gelmeyeceğini, çünkü yakın bir gelecekte Kürtlerin de yaşadığı bir Türkiye kalmayacağını düşünenlerin ("Beyaz Türkler Türkiyesi") olduğunu biliyoruz. Kürtsüz bir Türkiye barbarlığına karşı çıkacak olanların sadece sosyalist devrimciler olduğunu da biliyoruz. O zaman...

O zaman, o projeyi engellemek, Türkiye solunun yakın programındaki ilk maddedir. Bu işin yakında gündeme geleceği kesindir. Ama bu, sivil bir barbarlığın sonucudur.

Barbarlık dedik: Türkiye solunun, bugün, son 35 yıla damgasını vuran bir gerici planın son adımlarına karşı direndiğini söyleyebiliriz. Türk gericiliği, birkaç bin satan bir derginin ("Birikim") yarattığı etkiyle, bu ülkeyi, ortadan kaldırmak üzeredir. Hayatında tek bir satır yeni bir şey yazamamış olan ve bununla da övünebilen bir "kâzip şöhret", Murat Belge ve onun şimdi her cepheye -maalesef bazı sol gruplara da- dağılmış "eleştirel şakşakçıları", Tayyip Erdoğanların yaptıklarına bakarak kendi güçlerini kendilerine itiraf edebilirler. Keyifleri yerindedir. Bu keyif, Türkiye’nin ve sosyalizmin nihai imha planıdır.

Ne mi oluyor?

Dünkü yazısında Barış Zeren, çok güzel vurguladı. Biz, ucundan tutarak birkaç adım atmayı deneyelim: Evet, 1975 yılı Helsinki Senedi’nin imzalandığı ve reel sosyalizmin tasfiye sürecinin de hızlanmaya başladığı bir tarihtir, ama bizdeki önemi, yükselen bir sol dalgaya, Helsinki Senedi benzeri bir suikastın "Birikim" adlı birkaç bin satan bir dergi adıyla zoka olarak yutturulabilmiş olmasıdır. Türk gericiliğinin bu merkez yayın organı, 1975’te yayına başlamıştı. Türkiye’nin bugünkü felaketinde, bu dergi ve etki alanı var. Böylece bizdeki 35 yıllık bir karşıdevrim kaynağını, mükemmel bir paralellik ve tarihsel bir iç içelikle daha rahat anlayabiliyoruz. Helsinki Senedi’nin reel sosyalizm karşısındaki anlamı ne ise Birikim’in de Türkiye solu ve Türkiye için anlamı ve yaratacağı sonuçlar da odur.

Anlatabiliyoruz.

Şu oldu: Reel sosyalist kadrolar ve onların Türkiye’deki samimi dostları, ki ezici çoğunluğu bugün artık Türk-Kürt gericiliğinin hizmetindedir, o zamanlar bu entelektüel "challenge"a karşı çıkamadılar. Sığ ve uşaktılar bir şeyler anlasalar bile Moskova, Pekin ve hatta Tiran’daki cehalet merkezlerine bakmadan laf söyleyemiyorlardı. Oralardan da sosyalist bir yardım gelmiyordu. Tek bir çizginin, olayın farkına varabildiğini ve saldırının altından kalkabildiğini görüyoruz: O da Metin Çulhaoğlu-Yalçın Küçük çizgisidir. Bu iki düşünce adamının tarihe giriş sıralarını kolektiviteye biçtikleri önem nedeniyle tersine çevirerek böyle bir tasnifle de ele alabiliriz. Metin Çulhaoğlu, hep örgütlü mücadelenin önemine vurgu yaptığı için, önce ele alınmalıdır. Her ne olursa olsun, sonuçta, bu entelektüel çizgi, bir ölüm kalım savaşına itilmiş Türkiye’deki yegane güçlü sol damarın ana kaynağıdır. Türkiye devrimci solu, elbette sokakta değil, ama entelektüel açıdan, bir gün, galiba Dostoyevski’nin Gogol için söylediğini kısmen hatırlayacak ("Hepimiz onun Palto’sundan çıktık") ve "Hepimiz bu çizgiden çıktık" diyecektir. Kurtulabilirsek tabii..

Zeren’in yazısı böyle de yorumlanabilir. Böyle yorumlamasa bile, arkadaşımız parlak yazısıyla çok güzel bir tablo çizmiştir. Haklıdır.

Fikir tarihimizi böyle bir gözle okumak, sosyalizm tarihimizde kendisini sol olarak göstermeyi başaran karşıdevrim güçlerinin kazandığı bir küçük muharebeyle koca bir ülkenin ortadan kalkacağını önceden görmeyi kolaylaştırıyor.

Başlıktaki sorunun yanıtı, "Evet, kesin" diye verilebilir. Ama biz tersinden de hareket edebilecek bir program oluşturmak zorundayız. Sol kurtuluşumuz ve yeniden kuruluşumuzla Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki dil kardeşlerimizi, Türkçe ve Kürtçe başta olmak üzere, yeni bir cumhuriyetin kuruluşuna yurttaş olarak neden davet etmeyelim? Neden bir Doğu İttifakı’nı zorlamayalım? Düşünülmeyecek bir şey değil.

Gericilikle mücadele, iğne ucu kadar bile delik bulunsa girilecek kapılardan geçiyor çünkü. Sol ve aydınlanmacı bir cumhuriyet olarak gelecekteki Türkiye, Azeriler için de, Türkiye’nin gerçek sahibi Kürt halkının Misak-ı Milli sınırları dışındaki akrabaları için de bir çekim merkezine dönüşecektir.

Bu merkezin etki alanı başıboş neden bırakılsın?

Bize bir vuranın birçok kez düşünmesinde yarar var.

Sosyalizm ve sosyalist politikanın meydanı tamamen boşaltacağına bu kadar kolay inanmasınlar.