AkParti-AsParti Koalisyonu Bitmez, Ancak Çöker!

Irak Ulusal Konseyi’nin medya ve kültürden sorumlu üyesi Dr. Mundhar Azem, geçen ay Viyana’daydı. Bir toplantıya katıldı. Almanya’nın ciddi, belki biçimi zayıf ama içeriği güçlü sosyalist günlük gazetesi Junge Welt’in Viyanalı acar yorumcusu Werner Pirker de, bu fırsattan yararlanarak olmalı, Dr. Azem ile bir görüşme yaptı ve gazetesinin geçen hafta sonundaki ekinde yayımladı. Londra’daki King’s College’de sosyoloji doçenti olduğu belirtilen Dr. Azem, ki 1969’a kadar Irak Komünist Partisi üyesi olduğu da vurgulanıyor, Pirker’e gerçekten ilginç açıklamalarda bulundu.Yanıtlarında, Türkiye’yle ilgili bir bölüm şöyle:

“Son dönemdeki ilginç görünümlerden biri de Türkiye’nin artan nüfuzu. Bu, Amerikan çıkarlarına da uygun, çünkü burada İran nüfuzuna karşı bir denge kurmak mümkün oluyor. Irak’taki Kürt bölgeleri son dönemde adeta Türk mallarına boğuldu. Bu mallar Kürt bölgeleri üzerinden tüm Irak’a ulaşıyor. 30 milyon nüfuslu ve 60 milyar dolarlık petrol geliriyle, bu ülke, büyük bir pazardır. Üstelik Irak’ın sanayi ve tarım üretiminin çöktüğü gerçeği de ortada. İran, Suriye ve Kuveyt de Irak’taki ekonomik durumdan kazançlı çıkıyor. (...) Irak, çeşitli ekonomik nüfuz alanlarına bölünmüş durumda.” (Junge Welt, 2.1.2010)

Açıklamalarında El Cezire televizyonundaki bir habere göndermede bulunan ve bir Irak Direniş Konseyi önderinin, 2009 yılında Amerikan ordusunun çekilmesiyle ilgili olarak Ankara’da iki kez ABD’li temsilcilerle pazarlıklar yaptığına dikkat çeken Dr. Azem’e göre, ulusal direniş sürüyor, ama durum hâlâ son derece kritik.

Peki.

Irak direnişinin çok taraflı ilişkileri ve Türkiye egemenlerinin kirli rolü bir yana, sorulması gereken soru, galiba şu: Irak’ın parçalanmasından çok kârlı çıktığı anlaşılan Türkiye burjuvazisinin, Türk ve Kürt zenginlerinin, benzer bir kârlılık için Türkiye’nin de parçalara ayrılmasını sineye çekebileceğini düşünemez miyiz? Barzanistan-Talabanistan ihanetiyle el ele, kanlar içinde bırakılmış komşu bir ülkede kârına kâr katan, Arap halkının felaketinden böyle pervasızca yararlanan bir sınıfın, Türk ve Kürt zenginlerinin, para için her türlü ahlaksızlığın üzerine atlayabileceğini söylemek, sermayenin gerçek niteliğinin bu olduğunu iddia etmek, acaba işi abartmak mı olur? Bunların dedeleri de, Osmanlı biterken böyle değil miydi?

Mesele bu değil.

Mesele, bölgemizdeki ülkelerin bu kadar kolay işgali ve Türkiye gibi ikinci dereceden ülkelerce bile ekonomik nüfuz bölgelerine ayrılabilmesidir. Peki, Türkiye, neden böyle bir kaderin dışında kalsın? Geleceğimiz nokta, burası: Komşuda böyle pişerse, bize de mutlaka düşer. Yani her anlamda düşer: İşgal ve iç savaş (ya da tersi) alınyazımız olur. Balkanlar’dan Kafkaslar’a, oradan Irak ve Doğu Avrupa’ya, yakın çevremizdeki ülkeler paramparça edilirken, bizim zenginler ve devletleri, hep birinci dereceden kan içici roller üstlendiler. İzzetbegoviç’e “elden” gönderilen dolarların hesabı da bir gün kayıtlardan çıkacaktır herhalde. Yıkıma katılırsanız, yıkımınıza da katılırlar. Dolayısıyla, parçalanma, nüfuz bölgelerine ayrılma falan, iç dinamiklerle dış dinamiklerin ortaklaşa zorladığı bir sonuç olacaktır. Henüz tüm hışmıyla patladığını elbette söyleyemeyiz, ama içinde bulunduğumuz nihai iç savaş sath-ı mailinin, bu eğik düzlemin, Türkiye projesine getireceği ilk sonuç budur.
Türkiye nihai bir hesaplaşmaya doğru kapaklanırken, halka, tüm dengelerin karıştığı bu eğik düzlemde, sadece sosyalist yönelişli bir hükümet talebiyle bu kaosun üstesinden gelinebileceğini anlatmak zorundayız. Sosyalizmden başka hiçbir anahtar bulunmuyor elimizde. Bu sol cumhuriyet seçeneğinin, sahnedeki kepazelikten bağımsız bir güç üzerinden ve “büyük koalisyon” içi çekişmenin doğrudan aktörü olmaksızın halka anlatılması çok önemli: Sahnedeki bazı aktörlerin saf değiştirmesi ve emekten yana güçlere katılması açısından çok önemli.
Türkiye burjuvazisi kendi içinde didişiyor ve 12 Eylül’den beri 30 yıldır şu veya bu şekilde devam eden askerle dinciler arası “büyük koalisyon” işlemez hale geliyor. Büyük koalisyon sarsılmasaydı, kozmik odaya kimse girmezdi. Yeni bir durum var. Her türlü cumhuriyetçi mirası ayaklar altına almaya hazır olduğunu, azgın birer Kürt düşmanı MHP’li işadamlarının bile Barzanistan’da Kürt vurguncularla el ele para yapmasından çıkarabiliriz . Demek ki, her türlü ahlak ve kardeşliğe ancak yoksullarımız sayesinde ulaşabiliriz.

Sol cumhuriyet talebi, sosyalizm dışında elde bir program bulunmadığı gerçeği, kongrelerde tartışılabilir. Böyle kongrelerle 90 yıl önce Anadolu’da bir aydınlanma projesi gerçekleştirilebildi. Elbette koşullar farklıdır. Ama hatırlanmasında yine de yarar var.

AkParti ile AsParti arasındaki “şiir gibi ilişkiler” bozuldu. Ama bu bozukluk büyük koalisyonun bittiği anlamına gelmiyor. Koalisyon, Mesut Odman’ın da vurguladığı gibi, çatırtılar içinde de devam edebilir. Adamlar, seçeneğin sosyalizm olduğunu bilirse, bu koalisyonu gittiği yere kadar taşımakta kararlı olacaktır. Koalisyon, bu anlamda bozulmaz, ama ülkeyle birlikte çöker.

O halde, “Ne Yapmalıcılar Kitabı”ndan el alarak devam edebiliriz: Dışarıdan bilinç taşımak, burada da geçerlidir. Oligarşinin ahırına dışarıdan giriyoruz ve emeğin iktidar talebini kabul ettiriyoruz yol, bu. Yönetilemez bir hal almış bu ülkede, siyasetin egemen aktörleri sahnede birbirlerinin ayağına daha sık basmaya başladılar. Duruma uygun yeni ittifak biçimleri arıyorlar. Dostlar arası yaralayıcı, burun kırıcı ittifaklardır bunlar. Örnek mi? AsParti’ye baskınlar, intihar eden subaylar, kozmik odalar, Aydın Doğan’ın hapishane yoluna düşürülmesi.... Bunlar ittifak yenileme adına maksadını aşan bir kırıma işaret ediyor... AsParti-AkParti koalisyonunun son dönemde tüm aktörleriyle birlikte “şanzımanı dağıttığını” görüyoruz. Bu nedenle de bir iç savaş sath-ı mailinde olduğumuzu düşünebiliriz.

Bu sahnede taraf olmak değil, bu sahneye dışarıdan asıl ikinci cephe olarak müdahale etmek durumundayız. Dışarıdan bilinç taşımanın yeni zamanlardaki bir tezahürü herhalde budur.

Doludizgin içine itildiğimiz nihai bir iç savaşla birlikte Türkiye’den kaç adet Hırvatistan, Slovenya, Kosova vs çıkacağını solumuzun da hesaba katması gerekir. Bu uçuruma karşı ancak Türkiye halkını bir sol cumhuriyet ve onun sosyalizmi hedefleyen halkçı programı kurtarabilir.
İktidar için ittifak, evet!

Kurtarıcı ittifaklar, hep nihai iç savaş süreçlerinde derlenip toparlanıyor tarihten biliyoruz.