Ağca Değil, Oral Çelik...

Bir şey yavaş yavaş ortaya çıkacak: 13 Mayıs 1981’de dönemin Polonyalı Papa’sına silahlı saldırıyı da içeren bir büyük komplonun ardında sır falan değil, dolar-mark pazarlıkları üzerinden kiralanmış tetikçiler ve antikomünist bir küresel histeri yatıyordu. O pazarlıkların “kahramanları” konuşma ihtiyacı duyarsa bu basitliğe yeniden tanık olacağız. Mehmet Ali Ağca adlı ruh sağlığı ağır biçimde bozuk faşist bir katilin pek önemli olmadığı ortaya çıktıkça, onun da bu önemsizleştirme çabalarına kendince yanıtlar arayacağını düşünebiliriz.

Neden mi?

Belki başka şeyler var ama, yukarıda adı geçen iki paradan biri bugün yok. Alman Markı tedavülden kalkalı epey oldu. Şimdilerde “Avro” veya “Euro” olarak bir biçimde devam ediyor. Amerikan Doları’nın ise bir felakete doğru kafa üstü uçtuğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu paralar üzerinden yapılmış pazarlıklar da, sonuçları itibariyle, bir yakın gelecekte geçersizleşebilir.

Ama bir şey galiba çok açık: Bu uluslararası komploda kilit adam gerçekten de Oral Çelik. En az Ağca kadar bozuk bir ruh haliyle azgın bir faşist olduğu bilinen bu tetikçi, birkaç yıl önce birdenbire “şifreleri kıracağını” ilan etmişti. Sonra herkes sesini kesti. Herhangi bir şifre falan açıklamadı ama, Çelik, anlaşılan bu büyük komplonun anahtarının kendisinde olduğunu duyurma gereği duydu. Anahtarın kopyalarının da belli yerlere dağıtıldığını anladık.

Normal şartlar altında bu katillerden herhangi bir bilgi çıkmayacağını söyleyebiliriz. Sorun da burada zaten: Ya şartların anormalleştiğini görürlerse bu katiller?

Oraya doğru gidiyoruz.

Bir Yugoslavya veya Irak kaderine kapaklanmaya ve kanlı bir küçülmeye hazırlanan Türkiye’nin temelleri zangır zangır sallanırken, bu eski zaman katilleri, kendilerini nasıl koruyabilecek? Öyle bir durumda, ateşten birbirini ezerek kaçan vahşi hayvanlara dönüşmezler mi?

Mümkündür.

Ama bu konuda Vatikan uzmanı bir Alman gazeteci tarafından yazılan ve Türkçeye de çevrilen kitap (“Papa’ya Komplo”) her şeyi açık ediyor. Yazarı Valeska von Roques, bu işin arkasında ABD ve hatta CIA içi bir radikal-gerici komplocular grubunun olduğunu, bunun da merkezin etkisinden kısmen sıyrılarak harekete geçtiğini ileri sürüyordu. Valeska von Roques için bu uluslararası komplonun tetikçileri arasındaki kilit isim Oral Çelik’tir.

Oral Çelik normal koşullarda konuşmaz, dedik.

Peki, ya bu “normal koşullar” hızla tarihe karışırsa?

İşte o zaman ne olacağını kimse bilmiyor.

Gerçi bunlar devrimcileri pek de ilgilendirmez. Faşist katilden çok ne var ortalıkta?... Ama acı olan şey şu: Reel sosyalizmin dümenine bir biçimde geçmiş her biri birbirinden cahil ve satılık kadroların, o sosyalist dünya sistemini, bu komplodan uzun sayılmayacak bir süre sonra bizzat yıkabildi. 1981’de Papa II. Jean Paul’a, Ağca ve Çelik’in kurşun yağdırmasıyla, ki bu kurşunların başka “yardımcı” namlulardan çıktığı iddiaları da var, reel sosyalizmin ortadan kalkması arasında 8-9 yıl bulunuyor. Demek ki, uluslararası komplocular, başarılı olduklarını düşünebilirler. Oral Çelik ve Abdullah Çatlı’nın, ekipleriyle birlikte kimler tarafından ve nasıl korunduğu açık değil mi? O zaman neden Uğur Mumcu, bu komployu anlattığı ve büyük ölçüde doğrulandığı anlaşılan kitabında (“Papa, Mafya, Ağca”), Ağca’nın Almanya günlerinin sır olduğunu, bir türlü açığa çıkmadığını, bunlar tamamen açığa çıkmadıkça da bu bilmecenin net olarak çözülemeyeceğini yazdı?

Almanya?

Uğur Mumcu’yu 24 Ocak 1993’te bu ekibin veya döküntülerinin çok ciddi bir mesaj için katlettiğini düşünmek zorundayız.

Ama Türkiye’nin çözülme sürecinde bu tür komploların ve tetikçilerin değeri de enflasyon parası gibi hızla düşecektir. Eh, malum, faşist katillerimizin de yaşı kemale erdi, pek büyük bir hayır görmediğine inanan bazıları bir takım yerlerle parası karşılığı konuşma kararı alabilir. Şifreler kırılabilir. Para, doğru zamanda, her şifreyi kırar. (Sadece devrimciye işlemiyor bu, acılı devrim tarihimizden biliyoruz. Deniz’den beri çok sık kanıtlandı.)

Yani Türkiye’deki sivil faşizmin, yeni iktidar yolunda böyle eski defterleri ortaya döküvermesi de kimseyi şaşırtmayacaktır.

Demek, bir devamlılık kesintiye uğrayabilir.

Doların aldığı darbelerin, bir yanıyla da bu eski katiller çetesinin ayaklarının altındaki toprağı kaydırdığını düşünmek, abesle iştigal değildir. Şifrelerin ortaya döküleceği zamanların yakınlaştığını söylemek mümkün. Şu anda özellikle “Asker Partisi” bağlantılı bir Ağca şifresinin ne kadar etkili olacağını düşünmek bile yeter.

Bu iş burada bitmez.

Türkiye’nin çözülme süreci, bir biçimde bu katillerin ipini de çekiyor ve yeni katiller eski katillerle artık yüz göz olmak istemiyor. Bir nihai hesaplaşmanın eşiğindeyiz sanki.

Şifre dökümleri mevsimi açılmış görünüyor.

Biz bunu “Türkiye çöküyor” diye de okuyabiliriz. Tamam.

Tamam da, mesele aslında bu değil. Mesele, şu: Bugün sosyalist solumuz, bütün bu saldırıların anlamını rahatça çözebilecek ve sonuçlarını da entelektüel yüküyle göğüsleyebilecek konumdadır. Daha önce böyle değildi.

Şimdi iş, bir tek halk ve işçi sınıfının desteğini genişletmeye kaldı.

O konuda da çok umutsuz olmak gerekmiyor.