Süreçler süreçleri çağırır

Yavuz Alogan'ın “Süreçler süreçleri çağırır” başlıklı yazısı 12 Mart 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Latince bir deyiş vardır: Abissus abissum invocat (uçurum uçurumu çağırır). Anlamı derindir, telafi edemeyeceğiniz bir hatanın daha büyük hatalara yol açacağını, başlattığınız hareketin yarattığı anaforlara kapılıp yok olacağınızı ima eder.

“Süreç” kavramı da böyledir. Tamamlanmamış hareketi, sonucun şimdilik belirsiz olma halini anlatır. Başlattığınız her süreç önceden hesaplayamadığınız dinamikleri harekete geçirir. Harekete geçen dinamikleri yönetemezseniz süreç sizi deliğe süpürür, başkaları için açtığınız uçurumlar sizi içine çeker.

AKP “süreç” sözcüğünü çok sevdi. Üç büyük süreç başlattı, demokratikleşme süreci, anayasa süreci ve şimdi de barış süreci. Ne güzel! Hem demokratikleşeceğiz, hem darbe anayasasından kurtulacağız, hem de barış gelecek.

Demokratikleşme süreci, önceki dönemde TSK’nın kilit noktalarında yer alan, Soğuk Savaş sonrasını NATO’dan bağımsız olarak değerlendirmeye cüret eden bütün emekli ve muvazzaf subayların tutuklanmasıyla sermaye ilişkileriyle denetlenen medyanın şimdilik %92’sinin hükümetin borazanı haline gelmesiyle sürüyor. Hükümet, bir yanda asker tutuklayıp “yargı paketi” çıkararak demokratikleştiriyor öte yanda, Can Dündar ile Hasan Cemal’i bile susturmaya çalışıyor (ikincisine yapılan nankörlüğe bakar mısınız!).

Anayasa süreci ise çok netameli. 1926’dan beri “tamamını ya da bir kısmını tağyir, debdil ve ilgaya…” suçlamasıyla başlayan ve her defasında idamlarla sonuçlanan tehlikeli bir “süreç”. Bu nedenle AKP, iki koldan gidiyor. Bir taraf, “Başkanlık sisteminde ısrar etmiyoruz,” diyor, “istemezseniz hemen vazgeçeriz.” Öteki taraf, tehdit ediyor: “Uzlaşmazsanız tek başımıza yaparız.” Süreç, AKP ile PKK’yı Anayasa ve rejim değişikliği konusunda birbirine yaklaştırdı ve “müesses nizamı iskata…” gibi tehlikeli bir durum yarattı. Başka deyişle, süreç umulmadık bir yöne saptı. Başbakan korktu, panik halinde buradan sıyrılmaya, kötü ruhları kovmaya çalışıyor.

Barış süreci çok daha enteresan: “Hakan Fidan’a sahip çıkmalıyız,” diyen “İmralı süreci” üç mektup yolluyor: mektuplardan biri, PKK’nın lojistik ve siyasi desteğinin cinayet dahil her türlü yöntemle kesilmeye çalışıldığı Avrupa’ya ikincisi, Başbakan’ın daha iki ay önce dokunulmazlıklarını kaldırıp cezaevine tıkmaya çalıştığı BDP’ye üçüncüsü de günde yedi saat bombalanan Kandil’e gönderiliyor. “Barış süreci” bu şekilde başlıyor. Kafası karışan Kandil, “Karar almamız kolay değil, Başkan’la bir de biz görüşsek,” diyor.

Bu üç süreç hakkında söylenebilecek üç şey var.

Birincisi için: “Devletin bekası”nın kendisinden sorulduğuna geleneksel olarak iman etmiş silahlı bir kast, kendi nüfuzunu, siyasi ve ekonomik çıkarını savunmaktan asla vazgeçmez. Sermayeyle ne kadar bütünleşirse bütünleşsin medya asla sonsuza dek susturulamaz. Medyanın %99’unu ele geçirirsiniz, lakin kritik bir dönemeçte halk yüzünü medyanın % 1’ine döner.

İkincisi için: Anayasalar Kâbe örtüsüyle değil, “insan derisiyle kaplı”dır. Mücadelelerden geçen “Kurucu Meclis”ler tarafından yapılır ve tarihsel olarak her anayasa metninin arkasında halkın bir bölümünün meşru kabul ettiği silahlı bir güç durur. Normal parlamenter yordamlarla anayasal rejim değiştirilemez.

Üçüncüsü için: Kürt insanı aptal değildir şu anda dünyanın belki de en siyasallaşmış halkı olarak iki dilden bütün bölgeyi ve dünyayı izlemekte ve olup biteni “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”ndan başka bir şey bilmeyen bir kısım metropol solcusundan çok daha iyi değerlendirmektedir.

Daha pek çok süreç var: tekke ve zaviyeleri açma süreci 81 ilde 3852 kuran kursuyla “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirme süreci kadınları ezme süreci (5 yılda 700 kadın cinayeti) toplumu kültürsüzleştirme süreci özelleştirme süreci yağmalama süreci taraftarları zenginleştirme süreci… Saymakla bitmez.

Bütün bu süreçler tek bir süreçte toplanmaktadır: Karşıdevrim süreci. Bunun da devrim ve sosyalizmden başka çaresi yoktur.