Sosyalizmin tarifi

Yavuz Alogan'ın “Sosyalizmin tarifi” başlıklı köşe yazısı 11 Aralık 2012 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Geçen hafta Akşam gazetesinde bir röportaj vardı. Başlığı çok çarpıcı: Türkiye’deki Solcular Muhafazakâr ve Gerici!

Bak sen şu işe!... Nereden icap etmiş olabilir?

İnsan ister istemez ilgileniyor. Neden gericiyiz, nasıl muhafazakârız?

Birikim dergisinin, yazılı ve görsel ana-akım medyada solun teori ve eylemlerine ışık tutan değerli yayın yönetmeni, yine en sevdiği konuda konuşmuş: Solcular neden böyle oldular, nasıl kurtulabilirler ya da kurtulabilirler mi?

Önce teşhis olacak ki tedavi mümkün olsun. Nitekim dergi yönetmeni bir hamlede sorunun köküne iniyor ve sosyalistlerin önce sosyalizm denilen şeyi tarif etmeleri gerektiğini söylüyor. Gayet mantıklı… Şöyle diyor: “Sosyalizmin ne olduğu tarif edilmedikçe, solun da ne olduğu kolay kolay tarif edilemez.”

Arife tarif gerekmez demeyin, adam tarif istiyor. “Sizin tarifiniz yok yahu,” diyor. “Kimsiniz lan siz?” de diyebilirdi.

Sahi biz niye sosyalistiz ve sosyalizmin tarifi nedir? On dört yaşımdan beri ilk kez böyle bir soruyla karşılaştığım için bocaladım haliyle… Tarif deyince, insanın aklına önce yemek tarifi geliyor: soğanlar iyice pembeleştikten sonra, ince ince kıyılmış sebzelerin ilavesiyle vs… Ya da, malzeme hamur olmadan ölçülü pişecek, tel tel dökülüp ağızda eriyecek kıvama geldiğinde, işte o anda, “sosyalizm” tabaklara konulup servis edilecek gibi….

“Soldan esinti taşıyan bir sürü parti var” diye devam ediyor. Birkaçının adını saydıktan sonra şu acayip cümleyi kuruyor: “Ama bunların sosyalizmin 100-150 yıllık deneyiminden çıkartılmış sonuçlar üzerinden gerçek bir solculuk yaptıklarını görmüyoruz.” Partilerin solculuğunu görmüyor. Birikim yazıhanesine gidip, Türkiye’de son kırk yıl içinde sosyalistlerin yaşadıkları maceraları pantomim ve dramaturji marifetiyle görsel olarak göstermeleri lazım ki iyice görebilsin.

Fakat bir yandan da, sözlerindeki derinliğe hayran olmamak elde değil. İnsan sürekli kulaç atmasa boğulabilir. Demek ki neymiş? Demek ki 150 yıllık bir sosyalizm deneyimi varmış. Bir de “gerçek solculuk”. Önce bu 150 yıllık deneyimi bulunduğu yerden alacaksınız, iyice inceleyeceksiniz, bu deneyim nedir ve nasıl deneyimlenmiştir diye araştıracak, sonra iyice çalkaladığınız deneyimden bir hülasa elde edip güzelce yıkayıp süzdükten sonra içindeki sonuçları ayıklayacaksınız. Sonuçlar anlaşılmaz bir pirinç lapasına benzeyebilir. Ama yılmayacaksınız. Bu sonuçları iyicene zemine döşeyecek, bir süre güneşte kuruttuktan sonra üzerine çıkıp afiyetle “gerçek solculuk” yapacaksınız.

Değerli müellif ve yayın yönetmeni, mevcut sosyalist partileri kastederek, “Yani,” diyor, “mevcutlar bana yeterli gelmiyor.” Burada bir tatmin sorunu var. Mevcut sosyalist parti ve hareketler onu tatmin etmiyor. Hani şairin dediği gibi, “Başka türlü bir şey benim istediğim/Ne ağaca benzer, ne de buluta…”

Elini tutan mı var? Mesela, Birikim dergisinin önümüzdeki sayısında, genç akademisyenlerin CV’leri parlasın diye yazdıkları anlaşılması müşkül makaleleri biraz sıkıştırarak bir sosyalizm tarifi yapabilir. Ekolojist, feminist, insan haklarına duyarlı, azınlık hassasiyetlerini gözeten, ilişkilerin yatay olduğu, makro ilişkilerin olmadığı, mikro ilişkilerin hâkim olduğu, eşitlikçi, tabana yayılmış, tavansız, tartışma zeminli, insan odaklı, kuramsal çerçevede düşünen, büyük anlatılara pabuç bırakmayan vs. diye değil ama…. Böyle şeyleri herkes yazdı ve yazmaya devam ediyor.

Duvar yıkıldıktan sonra, aşağı yukarı 2000-2005 yıllarına kadar, “marksizmin bunalımı”ndan söz etmek moda oldu. Bazı ortamlarda, “önce sosyalizmin sorunlarını çözmeliyiz” gibi laflar işittiğimi hatırlıyorum. Oysa marksizmin ya da sosyalizmin sorunları olmaz, marksistin ya da sosyalistin sorunları olur. Bu sorunlar da ancak eylem ve program temelinde aşılabilir. Siyaset sadece sözle yapılabilen bir şey değildir. Engels’in ünlü sözünü biraz bozarak tekrarlamak gerekirse, sizin kitlelere gitmeniz yetmez, kitlelerin de size doğru gelmesi gerekir. Zamanla mevcut bütün sosyalist partiler içgüdüsel olarak bunu anlamışlar ve geçmişe kıyasla gerçekler zemininde siyaset yapmayı amaçlamışlardır.

Bunu anlamayan ve Duvar’ın yıkıldığı, tarihin sona erdiğine dair görüşlerin hâkim olduğu dönemden kalma çeşitlemelerle avunan, Birikim’in yayın yönetmeni Ömer Laçiner’in kendisidir. Eski bir söyleme takılıp kaldığı için muhafazakâr da kendisidir (“gerici” de diyebilirdim ama kıyamadım, biz başkalarına “gerici” diyoruz.)

Fakat ben onu seviyorum. Ana-akım medyanın kanallarından sosyalistlere akıl öğretmesini, onları azarlamasını, arada AKP’ye selam çakmasını keyifle izliyorum. O bir sosyalizm otoritesi! Gene de kendisini televizyondan izlemeyi tercih ederim. Her sözünde bir keramet olduğuna inanan, yaşlı ve bilge köylüleri andırıyor ve seyretmesi çok eğlenceli oluyor. Ne yapalım, herkesin bir eğlenme biçimi var.