Satırlar ellerinde, uzun ip bellerinde

Yavuz Alogan'ın “Satırlar ellerinde, uzun ip bellerinde” başlıklı yazısı 16 Nisan 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Zaman ayarlı siyasi düzenekler bazı durumlarda vaktinden önce harekete geçer. Bu durum, düzeneği hazırlayanları bile telaşlandırabilir. Üniversitelerdeki Hizbullah saldırısı ve Adana’da “Esed köpeğinin salyasıyla abdest alan kafir” diyerek Alevileri hedef alan bildiri bu şekilde de yorumlanabilir. “Barış süreci”nin ilerlemesini, BDP’li kitlelerin yatışmasını ve PKK’nın silahlı güçlerinin sınır dışına çekilmesini bekleyemediler. Ortaya çıkmaları, “akil adamlar”ın alana yayılmasıyla eşzamanlı oldu.

Aslında bu süreci, Ekim 2012’de Başbakan başlattı. PKK’nın Zerdüşt olduğunu, Yezidilikten bahsettiğini, mağaralarda ayin yaptığını söyledi. BDP hemen oyuna geldi ve kendi imamlarının arkasında namaza durdu. Fakat fayda etmedi. Başbakan, “devletin imamını reddediyorlar, İslam dininin vecibelerine yabancı bunlar, bunların kıldığı namaz... vs.” diyerek devam etti.

Neredeyse eşzamanlı olarak Güneydoğu illerinde Hizbullah’ın legale çıkan kolu Mustazaf-Der hızla örgütlenmeye, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle kitleleri toplamaya başladı. Aslında 2006’dan beri miting yapıyorlardı, fakat son yıllarda katılımcı sayısında muazzam bir artış görüldü. Ana gövdesini Mustazafların oluşturduğu Peygamber Sevdalıları Platformu, Diyarbakır İstasyon Meydanı’na on binleri topladı.

2010’da birkaç Mustazaf, adam yaralama ve sigara kaçakçılığından tutuklanınca, Adana Cumhuriyet Savcılığı olaya el koydu ve dernek Hizbullah’ın legal kanadı olduğu gerekçesiyle kapatıldı.

Doksanlı yıllarda Hizbullah’ın PKK tabanını daraltmak için nasıl harekete geçirildiği biliniyor. Satır ve enseye sıkılan tek kurşun bu yıllarda örgütün imzası olmuştu. Liderleri Velioğlu, İstanbul’da girdiği silahlı çatışmada öldürüldü. Elbette bunda “domuz bağı” cinayetlerinin de etkisi vardı. Devletin belirlediği sınırları aşmışlardı. Bu olaylar, 2000’li yılların başında oldu. O sırada merkez medyanın gazeteleri “Hizbul-Vahşet” diye sürmanşet çekiyordu.

Bütün bunlar on yıl içinde, Ergenekon, Balyoz, sivilleşme derken unutulup gitti. Yakalananlar tutuksuz yargılanmak üzere 2011’de salıverildiler sonra tekrar tutuklanmalarına karar verildi, arada tüydüler. Bunu yapan “bağımsız yargı” oldu. AKP düzeni onları PKK’ya karşı yedeğe almıştı. Oysa, kadın erkek 188 dindar insanı öldürmüş, 84 dindar insanı yaralamışlardı. Şimdi üniversitelerde, “aramızda” dolaşıyorlar, satırlar ellerinde, uzun ip bellerinde…

Son zamanlarda sahaya yeni bir oyuncu çıktı. Kapatılan Mustazaf-Der partileşiverdi: Hür Dava Partisi (Hüda-Par). Parti, şeriat istediğini, İslamcı Kürt partisi olduğunu saklamıyor. Nitekim, Partiya Doza Azad (Xuda-Par) adını kullanıyor. Kürtlerin anayasal olarak tanınmasını, Kürtçenin ikinci resmi dil olmasını istiyor ve Türkiye Kürtlerini PKK’nın değil kendisinin temsil ettiğini söylüyor. Savaşçı bir parti sloganı şöyle: “Dicle senindir, Fırat da senin, Amed de senin/Sevdan peygamberindir, yolun aziz şehitlerin”.

Siyasi partiler, malum, narin bir çiçeğe benzetilen demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Lakin AKP’nin kardeş unsurlar arasında fark gözetip, “barış süreci”nin ileriki aşamalarında BDP’yle arayı açarken, Kürt seçmenini bölmek için yol verdiği Hüda-Par’ı bağrına basma ihtimali yüksektir. Bunun ölçüsünü yerel seçimler yaklaşınca göreceğiz.

Son olayların coğrafi dağılımı (Diyarbakır-Adana-İstanbul) ve hızı, partinin uzun zamandır militan tabanını (Bilge Gençlik Kulübü) çatışmalara hazırladığını gösteriyor. Fakat başta söylediğimiz gibi, “barış süreci” fiyakalı biçimde başlamışken, erken çıkış yapıp suyu bulandırdılar belki de “barış süreci”nden dışlanmak istemedikleri için varlıklarını hissettirdiler. Nitekim Hüda-Par Başkanı, derhal bir basın toplantısı yaparak, olayları “Türk solu ve Aleviler”in kışkırttığını söyledi ve yakın gelecekte olacakları ortaya koyan manidar bir çözümleme yaptı: “Öcalan İslam bayrağı altında bir araya gelmekten bahsediyor. Öcalan’ın İslam değerlerine vurgu yapması nedeniyle boşta kalacağını ve dışlanacağını düşünen Türk Solu ve Alevi kesim, BDP’yi maceraya sürüklemek, süreci tıkamak istiyor.”

Bu sözler, Sünni kuşağıyla Padişahlığı diriltme hevesine kapılan AKP’nin tabanına da gerçek hedefin kimler olduğunu gösteriyor. AKP’nin iktidarda kaldığı her saat iç ve dış savaş potansiyeli artıyor.

Abartılı barış vurgusu, savaş potansiyelini gizlemek için kullanılan bir maskedir. Her potansiyel diktatör mutlak iktidara tırmanırken yüzünde bu maskeyi taşımıştır.

Fakat ne diyor Orhan ağbimiz “barış süreci”ne yol gösteren manası derin ölümsüz mısralarında: “Nefreti yok edelim, gel sen de katıl bize/İntikam eşkıyası, sevgiyle gelir dize.” Olur!