Ne oluyor?

17 Aralık’ta başlayan ve devam edeceği anlaşılan olaylarda “manidar” olan, hükümete vurulan darbenin zamanlaması ve şiddetidir.

AKP’nin izlediği dış politikanın, ABD’nin bölge stratejisiyle uyumlu olmadığını zaten biliyorduk. Davutoğlu’nun jeostratejisinde önceliğin güney yönünde olması, hükümetin taşeron olmanın sınırlarını zorlayacak ölçüde bölgesel bir “Sünni ittihadı”na çalışması uyumsuzluğun temel nedeniydi. Buna rağmen küresel sistem bu çizgiyi denetleyebiliyordu. Fakat ABD’nin Ruhani rejimiyle yakınlaşması ve Sünnilere verdiği desteği çekmesi, Türkiye’nin kısa dönemli stratejik önemini azalttı.

Bunun dışında, Türkiye’nin artık bir petrol havzası haline gelen Kıbrıs-Akdeniz jeopolitiğinin tamamen dışına itilmesinden, ABD donanmasının Karadeniz’de serbest hareket etme ve askeri üs edinme arzusuna Ermenistan sınırının hâlâ kapalı olmasından, hükümetin “açılım” işini becerememesine ŞİÖ’ye girme şantajından, Çin füzelerine kadar pek çok şey söylenebilir. Bu arada, 17 Aralık sürecinde ortaya saçılan paralar AKP’nin dünya kara para trafiğinden kendisine düşen payı (muhtemelen!) aşırı derecede zorlamaya çalıştığını da ortaya koydu. İki mafya grubundan biri diğerinin haracını keserse infazı mukadderdir.

ABD, Haziran Ayaklanması’nı yakından izledi ve sokaklara dökülen milyonlarca insanın bir Turuncu Devrim kitlesine dönüştürülemeyeceğini gördü. Türkiye’de kendi turuncu (ılımlı İslam) devrimini 2002 yılında yapmıştı zaten isyan eden insanlar, faillerinin “sessiz devrim” dedikleri şeye, yani yobazlığa başkaldırıyorlardı. Ağaç-çiçek-böcekten hareketle turuncu bir durum yaratılamayacağı görüldü. TESEV başkanını kitlenin başına geçiremezlerdi herhalde. Sarıgül gibi adamları da hareketin ön safına koyamadılar. Barikatı kurup çatışanlar hep solculardı ve solcular her şeyi biliyorlardı.

Bütün bunlara rağmen küresel merkez AKP’yi idare edebilir, ehlileştirebilirdi. Ne de olsa seçim kazanma kabiliyeti olan, tek başlı bir parti… Ancak böyle olmadı ve AKP’ye vurulan darbe biraz “orantısız” oldu. Bu darbeyle birlikte anayasal sistem çöktü ve ekonomi krize girdi. Üstelik küresel güç bu darbeyi, “çare Sarıgül” ya da “Milli Hükümet” ya da “geliyor Kılıçdaroğlu, tertemiz bir insanoğlu” falan diyecek kadar saf değilsek, AKP’nin yerine geçebilecek bir siyasi gücün ufukta görünmediği bir sırada indirdi. Böyle durumlarda, gerçek bir devrim olmazsa eğer, restorasyonu sağlayacak güç uzun süreli ve çok şiddetli mücadelelerden sonra ortaya çıkabilir. İkiye bölünüp birbiriyle savaşa tutuşan sistem bir şey olmamış gibi yoluna devam edemez.

İdari teşkilatın, yargı ve kolluğun önemli ölçüde Cemaat tarafından yönetildiği, hükümetin bu kurumlar üzerindeki inisiyatifinin bir anda felç edilebileceği anlaşıldı. Ancak Cemaatin iktidarın yerine geçme kabiliyeti yok (Hocaefendi’nin polis ve TSK içindeki güçleriyle bir ihtilal yapabileceğini söylersek, bu yazıyı fantastik boyutlara taşımış oluruz). Hükümet şu anda emniyet istihbaratı başta olmak üzere polis teşkilatına hâkim olmaya (tayinler/atamalar), yargıyı rahatça kullanabileceği bir araç haline getirmeye (HSYK vb), kendi Gestapo teşkilatını (MİT) kurmaya, Cemaat’i tasfiye etmeye (muhtemel tutuklamalar/davalar) çalışıyor. Ancak seçimler ertelenmedikçe ve ülkede sıkıyönetim ilan edilmedikçe hükümetin bu girişimlerden sonuç alması imkânsız görünüyor. Bu yönde TSK’nın üst komuta kademesini ikna etmeye çalışabilir (mantık bunu gerektiriyor), ancak bu girişim ters teperek hükümet için gayet felaketli sonuçlara da yol açabilir. İç siyasi nedenlerle savaş çıkarmak gibi provokasyonlara ise küresel sistem izin vermez.

Bütün bunlardan, Türkiye’de basit bir iktidar değişikliği istenmediği, bir kaos stratejisi izlendiği sonucuna varabiliriz. Alternatifi görünmeyen bir hükümete bu kadar sert darbeler indirmek, amacın kaos çıkarmak olduğunu gösterir. Belki de birileri, tam bir kaos, hatta bir iç savaş olmadıkça, Türkiye’de istedikleri her şeyi yapamayacaklarını düşündüler.

[email protected]