Ne hissediyorlar?

Yavuz Alogan'ın “Ne hissediyorlar?” başlıklı yazısı 05 Şubat 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Ben bunu gerçekten, samimi olarak merak ediyorum: ne hissediyorlar? Mesela, sokakta sigara içen bir kadın ya da şort giymiş güle oynaya koşan bir genç kız ya da, ne bileyim, sevgilisiyle otobüs durağında öpüşen bir kadın gördüklerinde ne hissediyorlar? Herkes bir şey hisseder elbette. Ben de böyle şeyler gördüğümde bir şey hissediyorum. Fakat hissettiklerim beni rahatsız etmiyor. Onları rahatsız eden ne?

Sadece bu değil, monoton kent hayatına renk ve anlam katan sokak müzisyenlerinden de rahatsız oluyorlar. Oysa şu Ankara’nın özellikle kış mevsiminde inanılmaz kasvetli havasını, metro duraklarında, ana caddelerde müzik yapan insanlar bahara çevirebilirlerdi. Bunu istemiyorlar, hoşlanmıyorlar ve zabıtalarını sokak müzisyenlerinin üstüne sürüyorlar. Neden?

Ulaştırma Bakanı’nın Boğaziçi Üniversitesi hakkında söyledikleri çok tartışıldı. Öğrencilerin kızlı erkekli olduklarını görünce çok şaşırmış, “yoldan çıkarım” diye korkmuş. Bunu anlamak mümkün. Boğaziçi’nin özgür ve ferah havası Refahiye’den çıkmış bir imam-hatibe fazla gelebilir. Tuhaf olan yıllar sonra bir Bakan olarak bunu hatırlayıp gazetecilere anlatmasıdır. Bunca zaman hiç mi değişmemiş!

Aslında burada benim gerçekten anlayamadığım bir hissiyat var. Bu hissiyat hepsinde var. Meclis’in “âkil” adamı Cemil Çiçek mesela daha ANAP döneminde, kadın ve aileden sorumlu devlet bakanıyken, “flört fuhuştur feminizm sapıklıktır” demiş biri. Görüşlerini hiç saklamadılar, takıyye falan yok bu konularda.
Daha belediye başkanıyken R.T. Erdoğan’a sordular: “Kızınız balerin olsaydı ne yapardınız?” Cevabı şuydu: “Kızlarımın hamdolsun o tür idealleri, düşünceleri söz konusu değildir… Çünkü bir balerinin neler yaptığı, neler ortaya koyduğu ve nereye hitap ettiği ortada.”

Demek ki bunlar kazara bir baleye gitseler, balerinin bacaklarından ve göğüs dekoltesinden başka bir şey görmeyecekler. Yani, zihin libretto’yla meşgul değil kulak müziği takip etmiyor göz dans figürlerini görmüyor, sadece bacakları ve göğüs dekoltesini izliyor. Bunu da anlayabilirim insanın algı seçiciliği de neticede kültürel oluşumuyla belirlenir. Benim anlayamadığım o anda ne hissettikleri… Hicap mı duyuyorlar, yoksa huylanıyorlar mı, “cünup” olmaktan mı korkuyorlar, abdestlerini tazeleme külfetine maruz bırakıldıkları için sinirleniyorlar mı, nedir acaba? Yani burada nörolojik ve duygu-durum bakımından farklı bir insan türünden söz ettiğimizi düşünüyorum. Farklılık, ideolojik/siyasi değil, türlerarası demek ki biyolojik yapılar, kimyasal reaksiyonlar farklı.

Bir ara televizyonlarda ve gazetelerde “avret yeri” tartışması vardı. Bu yerin neresi olduğu ve toplumsal hayat üzerinde ne gibi etkiler yarattığı din âlimleri tarafından uzun uzun tartışıldı. Sonunda kadınların avuç içlerinden ve yüzlerinden başka her yerlerinin “avret” olduğunu öğrendik. Ben bu yaşıma kadar böyle bir şey duymamıştım. Bizim de göbeklerimizden dizlerimize kadar olan yer “avret” imiş meğer. Peki, ne olacak şimdi?

Acaba klasik tiyatroya olan düşmanlıkları da böyle şeylerden mi kaynaklanıyor? Yoksa, Akün ve Şinasi sahnelerini kapatmaya, Şehir Tiyatroları’nı baskı altına almaya çalışmalarının sebebi de böyle şeyler mi? Mesela, Tennessee Williams’ın ünlü oyunu Arzu Tramvayı’nda Blanche DuBois rolünü oynayan kadın sanatçı, “avret” yerlerini örtüp de sahneye çıksa, oyun “haram” olmaktan çıkıp “helal” mi olacak? Ya da Biset’nin Carmen’i, Escamilo’ya olan cinsel aşkını ve Don Jose’ye ihanetini serenat ederken çarşafa mı bürünecek? Peki, Muhsin Ertuğrul’un 1934’te yönetmenliğini yaptığı Bataklı Damın Kızı Aysel ne yapacak?
Doğrusu bilmiyorum, anlamıyorum ve çok kaygılıyım. Ben bu hükümetin ve kadrolarının sanat konusundaki müstehcenliğinden utanıyorum.

Kendi hesabıma, sokakta sigarasına davranan bir kadın gördüğümde hemen yanan bir çakmak uzatmaya, şortla koşan bir genç kız gördüğümde el sallayıp alkışlamaya, cebimdeki bozuk parayı bırakmadan sokak müzisyenlerinin önünden geçmemeye ve tenhada öpüşen her çifte gülümsemeye devam edeceğim.
Göklerdeki babamız bu yazıyı okuduysa(!) taksiratımı affetsin.