Dışarıdan gelen adam

Yavuz Alogan'ın "Dışarıdan gelen adam" başlıklı köşe yazısı 20 Kasım 2012 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Adam ne zaman konuşsa telaşlanıyorum, elimde değil. Bir şey olacakmış gibi geliyor. Bu yüzden her sözünü dikkatle inceliyorum.
Uzunca bir suskunluğun ardından, Fitch hakkında konuştu. “Dikkatli olmamız lazım,” dedi. “Bu kuruluşlar çok büyük hatalar yaptılar. Sıcak para konusunda Merkez Bankası dikkatli olmalı.”

Eyvahlar olsun!

Bir şey biliyormuş da söylemiyormuş gibi yapan insanlardan korkulur. Bana hep Anthony Hopkins’in beyaz perdede başarıyla canlandırdığı Hannibal Lecter karakterini hatırlatmıştır. Tıpkı onun gibi, operasyonu hızlı ve incelikle tamamladıktan sonra, dünya metropollerinin birinde keten takım elbise içinde güler yüzlü dolaşırken görülüyor.

2001 krizinde Ecevit onu telefonla çağırdı. Merkez Bankası’nın başına geçmesini istiyordu. Memlekette iktisatçı ve maliyeci mi yoktu? Elbette vardı. Fakat o sırada IMF ve Dünya Bankası’nın dilinden anlayan, daha doğrusu uluslararası finans kurum ve kuruluşlarının “bizdendir” diyebileceği birine ihtiyaç vardı. Dünya Bankası’ndaki görevinden ayrılıp koşarak geldi. Merkez Bankası onu kesmezdi, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı oldu.
O ana kadar her şey yapılmış, 12 Eylül darbesi sendikaların ve işçi hareketinin üzerinden silindir gibi geçmiş ve 24 Ocak kararlarının gerektirdiği ortamı hazırlamıştı. Özal bir reformcu olarak tarihi görevini tamamlamış, birleştirdiği dört eğilim ayrışmış, memleket koalisyon hükümetlerinin elinde perişan olmuş, mali kriz patlamıştı. Tandoğan Meydanı’nda miting yapan esnaf, bıraksalar bakanları elleriyle parçalayacak gibiydi.

Halkımız onu Kavaklıdere semtinde tenis kortundan çıkmış, altında şortu üstünde tişörtü, şoför esnafının dertlerini dinlerken gördü. Hep gülüyordu. Türk finans sektörünü yeniden yapılandırmak için Güçlü Ekonomi Programı’nı hazırladı. Program hakikaten güçlüydü ve ekonominin mali küresel entegrasyonunu tamamladı. Kanunlar peş peşe meclisten geçti. Burnundan kıl aldırmayan geleneksel ve haşmetli mülkiye/maliye bürokrasisi, çalışırken insanlara oldukça kaba davranan Bakan Bey’e ve onun dışarıdan getirdiği genç menacerler ekibine sekreterlik hizmeti sunmaktan başka bir şey yapamadı ve bir şey diyemedi.

Aniden istifa ederek siyasete atıldı. Kimsenin anlam veremediği tuhaf hareketler yaptı. CHP’den ağırlıklı bir parça kopardı ve Yeni Türkiye Partisi’ni kurmaya koyuldu. Fakat birden vazgeçti. Parti girişimini başlatmak için yola çıktığı arkadaşlarını ani bir dönüşle açığa düşürerek CHP’ye girdi ve 2002 seçimlerinde milletvekili oldu. İktidarsız milletvekilliği konumuna üç yıl dayanabildi. Yine ani bir hareketle milletvekilliğinden istifa etti, sıçradı ve bu kez Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın tepesine oturdu. Keten takım elbisesinin içinde Anthony Hopkins gibi gülümseyerek Nevyork sokaklarında dolaşıyordu.

Şu sıralarda Türkiye’yi yeniden radarlarının kapsama alanına almış gibi görünüyor.

Fitch uyarısından sonra, Amerikan “düşünce kuruluşu” Brookings Enstitüsü’nün Başkan Yardımcısı sıfatıyla Türkiye’nin Amerikalı Dostları adlı derneğin (şu isme bakar mısınız?) 10 Kasım münasebetiyle düzenlediği Atatürk’ü anma toplantısında önemli bir hamle yaptı.

Çok dikkatli bir üslupla AKP’yi eleştirdi. Demokrasi, “seçimleri kazananların her istediğini yaptığı, kazanan hepsini alır sistemi üzerine değil, bireysel olarak vatandaşları, muhalefeti ve azınlıkta olanları koruyan denge ve denetleme sistemi üzerine” kurulmalıydı. “Tam ve normal işleyen bir demokrasi”ye sadece anayasa ve kanunlarla ulaşılamazdı. Tam anlamıyla gelişmiş demokrasiye ulaşmak için iki temel sorunun çözülmesi gerekiyordu.

Bunlardan biri, “laikliğin yeniden tanımlanması”, diğeri ise “Kürt sorunu” idi. “İnsanlar mevcut devlet yapısının dışında paralel tarzda bir toplum yaratmaya çalışmadan” dinlerini yaşamalıydılar. “Demokratik ve bölünmemiş bir ülkede” devlet, Kürt kimliğini tanımalı ve tanımlamalıydı.
Başbakan’ın adını anmadı, fakat Cumhurbaşkanı’nın TBMM’nin açılışında ve 29 Ekim’de yaptığı yeni anayasayla ilgili konuşmanın tam metnini herkesin okumasını tavsiye etti.

“Askeri vesayet”i liberaller gibi kınamadı darbelerin toplumda ve siyasal alanda yarattığı ağır tahribattan hiç söz etmedi. Tam aksine, darbecilerin meşruiyetlerini Kemalizm’den aldığını söyledi. Darbeciler, “Acı ve zararlı hatalar yaptılar,” dedi. “Fakat, bir kurum olarak, Atatürk’e hiçbir zaman ihanet etmediler ve daimi bir askeri rejim kurmaya kalkışmadılar.”

Özetle, Kemal Derviş, hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan’ı her istediğini yapmakla, devlet denetiminin dışında paralel bir toplum yaratmakla eleştirdi Abdullah Gül’e destek verdi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “düzleyici” fonksiyona sahip, müdahalelerinde kalıcı olmayan ve meşruiyetini Kemalizm’den alan siyasi bir güç olduğunu söylemiş oldu (metnin tamamı için bk. Hürriyet, 14.11.2012)

Güçlü Ekonomi Programı’ndan sonra, kafasının içinde bir Güçlü Siyaset Programı var gibi.

Hep gülüyor.

Acaba ikinci bir telefon mu bekliyor?