Cinnet halleri

Yavuz Alogan'ın "Cinnet Halleri" başlıklı köşe yazısı 4 Aralık 2012 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Şekspir’in ünlü karakteri Hamlet, omuzlarındaki ağır yükün verdiği bunaltıyla, “Çığırından çıkmış bir zaman bu!” diye haykırır. “Ah kör talih, onu düzene sokmak için ne yazık ki ben doğmuşum!”

Memleketi saran delimserlik havasına baktıkça, biriken bunca tortunun temizlenmesi için çok büyük bir gücün çok hızlı biçimde oluşması gerektiğini düşünmemek elde değil. Durgun ve olağan kapitalizm koşullarında uzun uzun düşünerek, sabırla, yavaş yavaş güçlenmek düşünülebilir belki. Fakat ulusal demokratik devrimin rövanşını almayı kafasına koymuş karşı-devrimin lokomotifi, hayatın bütün alanlarında eğitimden sağlığa, devletin bütün baskı aygıtlarından mimariye ve popüler kültüre kadar her yerde doludizgin koştururken, insan ister istemez klasik tiyatroda deus ex machina denilen şeyi arıyor. Mekanik bir kudret bu deus ex machina… Dramanın en gerilimli ve çetrefilli noktasında özel bir palanga sistemiyle tiyatro sahnesine indiriliyor ve bütün sorunları çözüyor.

Fakat gerçek hayatta maalesef böyle bir şey yok. Varmış gibi davranmak, insanları “kurtarıcı tanrı” metafiziğine yöneltmek olur. Yukarıdan inecek bir şey Türkiye’yi ansızın “Onuncu Yıl Marşı”nın yazıldığı saadet dönemine taşıyamaz. Taşısaydı da bu herkes için çok feci bir şey olur, zaman bir kez daha çığırından çıkardı.

Zamanın oku asla geriye çevrilemez. Kimse bizi kurtarmaz, kurtaramaz. Enternasyonal Marşı’nda denildiği gibi, “Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır.”

Fakat iktidarların kendilerini aşırı rahat hissettikleri, cüret ve zulümlerinin iyice arttığı bir noktada kendi çukurlarını kazmaya başladıkları da bir gerçektir. Devrimci bir kitle hareketinin yükselmesi için gerekli şartların AKP iktidarı tarafından adım adım inşa edildiği inkâr edilebilir mi? Abese varan karşı-devrimin yarattığı tımarhane havası tevhid-i tedrisat ve “İnkîlap” yasalarının birer birer kaldırılması, tekke ve zaviyeleri açma talepleri, kılık kıyafet serbestisi arada bir sarfedilen “Türkiye NATO toprağıdır” gibi sözler milletin seçtiği insanları milletin meclisinden atma girişimleri ve idam cezasını geri getirme tehdidi televizyon dizileri için bile savcılara çağrı yapmalar “Pandora’nın Kutusu’nu açtık fakat sevinmeyin, silah depolarının başında bekleyen yüz binlerce kontrgerilla hücresi var” mealinde konuşarak halkı hâlâ askeri darbeyle korkutmalar bütün bunlar, AKP için “hakikat anı”nın yaklaştığını göstermektedir. AKP, binicisini değiştirerek (Osmanlıcı RTE’nin yerine Atlantik konseptine sadık Gül) yola salimen devam etmek için kıvranıyorsa, sebebi işte bu kontrolsüz ve delimserek karşı-devrim atılımlarıdır.

Siyasette aşırı zorlamalar geri teper. Bir noktadan sonra ya aşırı baskı kurarak herkesi ezersiniz ya da yarattığınız muhalefetin ayakları altında ezilirsiniz. Devrim kanunlarını kaldırdılar fakat Atatürk, simokini, pelerini ve melon şapkasıyla içine tıkıldığı naftalin kokulu gardıroptan kuvvayı millîye kalpağıyla çıkıp, Mustafa Kemal suretinde halkın arasına karışıverdi askeri darbelerin “beton Mustafa”sı, tarih düzleminde birden Simon Bolivar ve Jose Marti’nin yanında belirdi. Büyük bir kitle, Yalçın Küçük hocamızı doğrulayarak, “Kemalizm bizi ileri götürmez, fakat biz Kemalizm’den geri gitmeyiz” dedi.

Soros’un “turuncu” TESEV’inin anketi bile, yurttaşların yüzde 82.3’ünün “Atatürk ilke ve inkılapları”ndan, yüzde 50.6’sının laiklikten yana ve bu iki unsurun Anayasa’dan çıkarılmasına karşı olduğunu yüzde 65.1’inin “haksızlığa karşı adalet” yüzde 78.5’inin ise “toplumun bütün kesimlerinin katıldığı ve uzlaştığı” bir anayasa istediğini ortaya koydu.

Bu durumda, her birine ayrı bir tarikatın hâkim olduğu yirmi ayrı parlamentoyla yönetilen, en tepede her türlü yetkiye sahip bir padişahın yer aldığı tuhaf bir siyasi yapı kurma diretmesi, memleketi muazzam bir tımarhaneye dönüştürecektir. Bu yapıda her bölge farklı vergi rejimlerine tabi olacak asayişi her eyaletin farklı kolluk güçleri sağlayacak her biri çocukları ayrı bir eğitime tabi tutacak herkes kendi dilini konuşup dilediği kıyafeti giyecek bazıları Ensari, Hizbullahi ve bazıları kuvvayı millî olacak… Bazıları şeriat ilan ederken, bazılarında belki devrim olacak. Müthiş bir şey!
Şahsen ben en çok bu kılık kıyafet işinin nereye varacağını merak ediyorum. Etekler diz altında, kollar dirseklere kadar başta rengârenk türbanlar, sarıklar, fesler, puşiler belki zamanla yaşmaklar, feraceler, peçeler, çarşaflar, çadorlar, şalşepekler… Müthiş bir demokrasi, özgürlük ve renk cümbüşü… Bu durumda benim de 1920’lerden kalma bir Kızıl Ordu üniformasıyla dolaşmam sakınca yaratmaz herhalde.