Brüksel kardeşliği

Görevde olduğu sırada sergilediği çaresizlik, ABD istihbaratının TSK’ya derin biçimde nüfuz ettiğini gösteriyordu. Önceki genel kurmay başkanlarından tek farkı öfkelenmesi ve öfkesini gösterebilmesiydi. Başbakan’la her hafta “olağan toplantı” yapıyor, bu arada yüksek rütbeli subaylar olağanüstü biçimde tutuklanıyorlardı. AKP’nin “kozmik oda”ya el atmasına izin verdi. Çok sonraları, “izin vermeseydim beni de Arınç’a suikast girişimiyle suçlayacaklardı,” diyerek durumunu izah edecekti. Çaresizliğe bakınız!

Dürüsttü. En açık konuşan genel kurmay başkanı oldu. “TSK’ya karşı sistemli bir asimetrik psikolojik harp yürütülmektedir,” dedi. Fakat bu harbi kimin yürüttüğünü söyleyemedi. Adalet Partisi iktidarlarının önemli adamı İhsan Sabri Çağlayangil’in 1977’de yaptığı gibi, “CIA altımızı oymuş, haberimiz olmamış,” diyemedi mesela. Onun yerine, arkasında generallerle 12 Eylül görüntüleri yaratarak boş tehditler savurdu, Karadeniz’de Oruç Reis Fırkateyni’nin köprüsüne dahili üniformasıyla çıkarak, psikolojik harekâtı yürüten meçhul kuvvete, “Bulunduğunuz yer, bulunduğunuz yol doğru değildir!” diye haykırdı. Komplonun farkında olduğunu gösteren hareketler yaptı. Boş roketatar mermisini gazetecilere göstererek “Bu bir borudur,” dedi.

Kısacası, her şeyin farkında olduğunu hissettirdi, ancak yapabileceği bir şey yoktu.

Cezaevi kapısında “İstediğimiz tek bir şey var, o da adalettir!” diye haykırdı. Ancak bu adaleti kimden beklediği anlaşılamadı. Hâkimlerden bekliyor olamazdı, çünkü onları “vicdansızlar!” diye suçluyordu. Belki de NATO’nun Brüksel karargâhındaki eski arkadaşlarından adalet bekliyordu. Fakat onlar da TSK’ya yapılan operasyon sırasında seslerini çıkarmamışlardı. Geçici olarak pasifize edilen unsurların serbest bırakılmasını Anayasa Mahkemesi sağlamıştı mahkemeye teşekkür etti.

Beni asıl şaşırtan, Hürriyet gazetesine verdiği mülakatta söyledikleri oldu. Gazeteci, şu soruyu sordu: “Türk Ordusu’na bir dış operasyon mu yapıldı?” General, şu cevabı verdi: “Elimde bir veri olmadan bir suçlama yapamam.”

Oysa veri var. Veri, kendisi. Aynaya baksa, kendi konuşmalarını okusa veriyi görecek. CIA’nın tezgâhladığı bir Hocaefendi komplosuyla gümbürtüye gittiğini söyleyemez belki, ama “veri yok” denir mi?

Genel Kurmay Başkanı olarak ilk önemli konuşmasını Harp Akademileri’nde yapmış (14 Nisan 2009), farklı bir rota çizmeye çalışmıştı. Bu önemli konuşmada, Max Weber’i anarak dinin sosyolojik bir gerçeklik olduğunu saptadı, hatta Montesquieu’ye gönderme yaparak Kürt meselesinde önyargılı olmadığını ortaya koydu. Fakat ardından iki önemli soru sordu: “Dinin sosyal, ekonomik ve siyasi düzeni kısmen de olsa şekillendirmesi kabul edilebilir mi?” ve “Din eksenli bazı cemaatleri, Anayasa’nın 24’üncü Maddesi’ne göre nereye koyacağız?”

Farklı bir çizgi belirlemeye çalıştığı anlaşılıyordu. Kürt meselesinde daha “çağdaş” bir tutum takınacak laiklik meselesinde ise “kısmen de olsa” taviz vermeyecek, Anayasa’ya bağlı kalacaktı. ABD’nin bölgede ne yapmaya çalıştığını, Türkiye için belirlediği “ılımlı İslam modeli”nin laiklik açısından ne anlama geldiğini muhtemelen gayet iyi biliyor, dünyayı tanıyordu İngiltere Harp Akademisi ve NATO Savunma Koleji’ni bitirmiş, Brüksel’deki NATO Uluslararası Askeri Karargâhında Cari İstihbarat Plan Subaylığı yapmıştı. Gelmiş geçmiş bütün kuvvet komutanları ve genel kurmay başkanları gibi, o da “Brüksel kardeşliği”ne önem veriyor olmalıydı. Fakat laiklik ilkesinden vazgeçmedi, Cemaat’i alenen karşısına aldı üstü kapalı da olsa konuştu, hatta bağırdı, tehdit etti. AKP kadrolarından ve Cemaat’ten tiksindiğini varsayabiliriz.

İçeride Nazım Hikmet’i keşfetti, ona özeleştirel bir de şiir yazdı. Başka şeyleri de keşfetmiş olabilir. Mesela 12 Mart ve 12 Eylül Amerikancı askeri darbelerinin bu ülkenin bütün entelektüel, hattâ zihinsel potansiyelini nasıl imha ettiğini İslamcı örgütlenmeyi komünizmin panzehiri olarak gören Amerikancı generallerin AKP iktidarının yolunu nasıl açtıklarını idamları, işkenceleri, yakılan kitapları, 1402’likleri ve daha pek çok şeyi… Bugünün dünyasında NATO’nun ülkemiz için ne anlama geldiğini de keşfetmiş olabilir mi? Olabilir. Ama söylemez. “Brüksel kardeşliği” ağır basar. Kol kırılır yen içinde kalır. Ayrıca, kim bilir, belki de onu cumhurbaşkanı yaparlar.