‘Atatürk’te birleşmek’

“Mao Zedung Düşüncesi” çok derin bir felsefeye ve sağlam bir mantığa dayanır. Adı üstünde, bir “düşünce”dir. Bin yıllık Çin felsefesi ile diyalektik ve tarihsel materyalizmin marksist yorumu bu düşüncenin temelini oluşturur. Keşke Mao’nun Teori ve Pratik adlı kitabı günümüzde en azından Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kadar çok basılıp okunsaydı…

Mao’nun devrim stratejisi, komprador kapitalizminin hâkim olduğu yarı-feodal ülkelerde başarılı oldu. Ancak “Mao Zedung Düşüncesi”, 60’lı yılların sonunda batıdaki devrimci gençlik kültürünün önemli bir parçasını oluşturdu, Mao’nun özdeyişlerinden oluşan Kızıl Kitap büyük kitleler tarafından okundu.

“Düşünce”nin etkisi çok güçlüdür. Mesela Aydınlık geleneğinden ayrılan pek çok kişinin yazılarında ve sözlerinde bu kişiler ister liberal, ister F-tipi ya da çevreci olsunlar, Mao Zedung mantığının izlerini, bir mermerin damarları gibi ayırt etmek mümkündür.

Siyasi bir akım olarak bu düşüncenin Türkiye’deki temsilcisi, kuşkusuz, PDA-TİİKP-TİKP-İP geleneğidir. Uzun siyasi hayatı boyunca bu gelenek, çeşitli dönemlerde belirlediği farklı baş düşmanlara karşı kazanabileceği bütün güçleri kazanmaya, tecrit edebileceği bütün güçleri tecrit etmeye çalışmış hâkim sınıfların ve kendi dışındaki solun içinde saptadığı çelişkileri azami ölçüde değerlendirerek, bir cephe oluşturma çabasıyla doğrudan hedefe (iktidara) yönelmiştir.

Bu çizginin son versiyonu, Türkiye’nin Sun Yat-sen’i olan Atatürk’ün birleştirici rol oynadığı Milli Güç Birliği’dir. İP’in bu deneyimi siyaset kurumunun yapısına ilişkin bizlere çok şey öğretmiştir.

Peki, ne öğrendik?

Birincisi “Milli ordu direnir” diye bir “tunç kanun”un olmadığını öğrendik. TSK’nın, ABD’ye ters düşmemek için “laisizm” ilkesini terk ettiğini, “irtica”ya direnmediğini gördük. Bir kurum olarak TSK’nın “milli” olmadığını, NATO’nun bir uzantısı olduğunu bir kez daha anladık.

İkincisi CHP’nin Atatürk’te birleşmek gibi bir derdinin olmadığını gördük. İP yöneticisi, “CHP, adaylarını cemaate ve PPK’ya beğendirmeye çalışıyor,” diyerek bu gerçeği doğruladı. Oylarının artacağını görüp keyiflenen MHP’nin ise, İP’in güçbirliği önerisini oldukça itici bir üslûpla reddettiğini ve “Aslanlı Yol”da yürümek gibi bir niyet taşımadığını gördük.

Üçüncüsü parlamentodaki siyasi partilerin tabanlarına “milli güç” demenin koltuğun altından halı çeker gibi bu tabanları çekerek parti liderliklerini “tecrit etme”nin mümkün olmadığını gördük. Bu partilerin yönetim kademelerini taşra zenginlerinin oluşturduğunu, bunların AKP’lilerle aynı piyasa ilişkileri içinde yer aldıklarını, “kamucu/ulusalcı” ekonomi politikalarına asla yanaşmayacaklarını zaten biliyorduk. Bu durumu Y-CHP yönetimi de gayet iyi biliyor. Bu yüzden, İP yöneticisinin “CHP, Atatürkçü adayları biçti” sözlerinde şaşılacak ya da kızılacak bir şey bulamadık.

Dördüncüsü yerel seçimlere doğru gidilirken “Milli Merkez”in etkisiz kaldığını konjonktür gereği Talat Paşa Komitesi’nin öne çıktığını gördük. Bir zamanlar “siyaset teoriyi yedi,” denilmişti. Siyasetin, çok önce yediği teoriyi hazmederken, özünde bir çözümleme hatası olan “Milli Merkez”i de yemeye başladığını gördük. Her işte bir hayır vardır, diye düşündük.

Beşincisi biraz güçlenince “biz vatansever, sahici soluz bizim dışımızdaki bütün sol vatansız ve sahtedir,” diye atıp tutmanın, çok çiğ ve haksız bir saldırı olmanın yanı sıra, İP dışındaki sosyalist sol ve halk kitleleri üzerinde bir propaganda etkisi yaratamadığını gördük. Bu arada, 1920’lerden bu yana ilk kez Devlet ve askeri cunta statükolarından sıyrılıp halkın arasına bir devrimci ve antiemperyalist olarak karışan genç Mustafa Kemal’in yerine, naftalin kokan “Atatürk” kavramı etrafında, ağız dolusu “Atatürkçülük-çülük!” diyerek birlik sağlamaya çalışmanın gayesini anlayamadık.

“Durum nedir, ihtiyaç nedir?” sorusu, taktik planda yararlıdır. Fakat buna verilecek yanıt, stratejinin yerine geçirilemez. Taktik stratejiyi yerse, dağılma olur. Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.