Altın güneş orda sırmalar saçar

Yavuz Alogan “Altın güneş orda sırmalar saçar” başlıklı yazısı 2 Nisan 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Eskiden Genelkurmay Başkanı, her fırsatı değerlendirerek, bazen generallerini arkasına alıp bazen bir kruvazörün köprüsüne tırmanıp, devletin bekasından, laiklikten, asimetrik psikolojik harpten ve bunun gibi şeylerden bahsederek siyasete nizam ve intizam verirdi.

Şimdi onun yerini Diyanet İşleri Başkanı aldı. Ahalinin maneviyatını ayağa kaldırmaya çalışıyor. Fakat o nasıl bir bilgelik ve tevazu, ey göklerdeki babamız! Biz kafirlere merhamet eden o hoşgörülü tebessüm o ablak çehreye nasıl da profesyonelce yerleştirilmiş. İşlemeli kaftanına, yaldızlı sarığına kurban olduğum, papa hazretleri gibi etrafını takdis ederek ahaliye sebil misali irfan dağıtmakta ve her mevzuda pervasızca fetva vermekte.

İmamlar ordusunun genelkurmay başkanı!

Ben İzmir’i çok severim. Bisikletle ve yürüyerek pek çok semtini, çevre ilçelerini dolaşmışlığım Kadifekale’den çevreyi tarassut edip, orada bir Kürt kahvehanesinde ilk kez Civan Haco dinlemişliğim Bornova’da Boşnak böreği, Urla’da şevketi bostan yemişliğim Kordon’da sakızlı naneli limonata, ara sokak meyhanelerinde lakerda eşliğinde rakı içmişliğim vardır. Kemeraltı’nda dolaşırken, bütün bölgedeki İttihat ve Terakki faaliyetlerini gizlice yöneten Dr. Nâzım Bey’in, namı diğer Tütüncü Yakup Ağa’nın oralarda bir yerde olması gereken tütüncü dükkanını, Hürriyet’in ilanından (24 Temmuz 1908) sonra bir gemiden inerek ayak bastığı Pasaport rıhtımında büyük bir halk kitlesi tarafından “zito, yaşasın hürriyet!” nidaları ve bayraklarla karşılanmasını fakat hemen ardından, burjuva demokratik hürriyeti kafi bulmayan İzmir proletaryasının Selanik ve İstanbul’la eşzamanlı greve çıkmasını Teşkilat-ı Mahsusa’dan Osman Nevres, namı diğer Silahçı Hasan Tahsin Bey’in, 15 Mayıs 1919 günü nerede durarak ve silahını nasıl çekerek, Grek Hassa Alayı sancaktarına hangi açıdan kaç el ateş ettiğini Kurtuluş günü Kordon’dan “süratli” geçen süvari alaylarının nal seslerini Mustafa Kemal’in, çiğnesin diye önüne serilen Yunan bayrağını yerden kaldırtmasını bazen Kemeraltı’nda kara dut şerbeti içerken, bazen Uşakizade Köşkü’nün merdivenlerinde düşüncelere dalarken, liberal tarihçilerin cümlesine inat hep artıp eksilmeyen bir heyecan ve hayranlıkla zihnimde canlandırmışımdır.

İzmir gül suyu ve hacı yağı kokmaz tarihinden gelen bir at teri, meşin palaska ve barut kokusu, çizme gıcırtısı ve mahmuz şakırtısı vardır ki, destursuz laf etmeyip saygılı ve temkinli olmayı gerektirir. Ayrıca dünyada marşı olan nadir şehirlerden biridir: “İzmir’in dağlarında çiçekler açar/Altın güneş orda sırmalar saçar” diye başlar ki öbür dünyayı ve ölümü anlatan hiçbir dini ilahi, bu marşın insan ruhuna verdiği inşirahı/ferahlığı ve zihne verdiği küşayişi/parlaklığı temin edemez.

Diyanet İşleri Başkanı “İzmir’in farklı bir dindarlığı var” buyurmuş ve eklemiş: “Bu dindarlığın irfan geleneğine ihtiyacı var.” Kentin manevi hayatını din görevlileriyle ayağa kaldıracakmış. Akşamları Kordon’da kadınlı erkekli “çiğdem çitleyerek” dolaşıp eğlenen İzmirli, bu işe pek şaşmıştır hatta “Nakşibendi’den irfan mı öğreneceğiz” diyerek gülmüştür.

İzmir’in geleneği de irfanı da kendine yeter.

Bilakis, İzmir’in geleneğini de irfanını da bütün Türkiye’ye yaymak lazımdır. O irfanın içinde kulluk değil yurttaşlık, ümmet değil millet, tesettür değil serbestlik, dini eğitim değil laik öğretim, hurafe değil bilim, dini tarikatlar değil toplumsal sınıflar, fakir-fukara-garip-guraba fonu değil sendikalar, tek kelimeyle öbür dünya değil bu dünya vardır. Biz öbür dünyada değil, ahan da bu dünyada eşitlik ve güzellik isteriz! İmamın vaazıyla değil, kendi bacaklarımızla ayağa kalkarız. Bizi her türlü gericilikten kurtaracak olan da kendi kollarımızdır.