AKP’nin sorunları

Yavuz Alogan'ın “AKP'nin sorunları” başlıklı köşe yazısı 18 Aralık 2012 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

İktidara geldikten sonra yeni bir siyasi rejim kurmak isteyen her hegemonik güç, eski rejimin potansiyel tehdit oluşturan güçlerini tasfiye eder. İster giyotinle, ister infaz mangaları ya da idam sehpaları, hapis ya da sürgün cezalarıyla olsun, tarih boyunca bu türden tasfiyeler her rejim değişikliğinde neredeyse bir kural olarak yapılmıştır. Gelen, geldiği yere yerleşebilmek için, teslim bayrağını çekmiş olsa dahi gidenin kellesini almak, onu siyaset alanından silmek ister.

Ergenekon ve Balyoz davalarının siyasi tarih içindeki yeri ancak bu şekilde tanımlanır. Dolayısıyla, bu davalarda yaşananların hukukun üstünlüğüyle ya da usul kanunu hatalarıyla, “demokrasi”nin ihlaliyle alâkası yoktur. Adamlar siyasi rejimi değiştirerek bir karşı-devrim yapmaya çalışıyorlar eski rejimi yargılarken usul kanununa mı uyacaklar? Geçmişte yapılan askeri darbeler restorasyon amaçlı ve geçiciydi bu seferki sivil darbe rövanşist ve kalıcı olmayı amaçlıyor.

Buraya kadar tamam…

Ancak bu noktadan sonra, ülkemizde yaşananların özgünlüğü ortaya çıkıyor.

Toplumun tamamı üzerinde tam bir hegemonya girişimi gayet belirgin mevcut iktidarın kurmaya çalıştığı yeni rejimin nasıl bir şey olacağına dair bütün belirtiler gözler önüne serilmiş durumda. Ancak iktidarın varlığını ve gücünü borçlu olduğu dış güçler (ABD ve AB) eski rejimi temsil eden bütün güçlerin tasfiyesini istemekle birlikte, yeni rejimin denetleyemeyeceği ölçüde hegemon ve baskın bir güç olarak yüksek pazarlık kabiliyetine sahip olmasını, böylece kullanım değerinin azalmasını istemiyorlar. Başka deyişle, hükümetin elinde bir sopa var fakat tepesinde de onu terbiye etmek, fazla ilerlemesini ve güçlenmesini önlemek isteyen daha büyük bir sopa var (Obama’nın beyzbol sopalı resmini hatırlayalım!).

Hükümetten, demokrasi görüntüsünü bozmaması, İsrail’le anlaşması, Büyük Kürdistan’ın kurulmasına ve icabında ülke topraklarının bölünmesine razı olması, özellikle doğu Karadeniz’de yabancı askeri üsleri kabul etmesi, silahlı kuvvetlerini NATO’nun emrinde profesyonel lejyonlar halinde örgütlemesi, ülkeyi tam bir ucuz ve güvencesiz emek cehennemine dönüştürmesi ve İslami renklerini muhafaza etmesi isteniyor.

Bu isteklerin ülke içinde “demokrasi” denilen şeyin usul ve kurallarına uygun bir mutabakatla gerçekleşebilmesi, hatta alenen savunulabilmesi bile imkânsız. Bu yönde yapılacak bir “açılım” iç savaşla sonuçlanacaktır. Bu yüzden hükümet, genlerine sinmiş “takıyye” alışkanlığıyla, bir yanda ABD ve AB’yi oyalamaya ve onlarla pazarlık yapmaya öte yanda, halkı çocuk yerine koyarak her konuda aldatmaya bu arada da eski rejimin bekçileri olarak gördüğü kesimi daha hızlı tasfiye etmeye, kalıntılarını da kendisine bağlamaya çalışıyor. Aynı anda, hem varlığını borçlu olduğu güçlerle ters düşmemek, hem de oy tabanını daraltmamak zorunda. Tekerlenerek ve her yönde dağılarak diktatörlüğe doğru gidiyor. Hem bisiklet sürüyor, hem uçurtma uçuruyor, hem de mızıka çalıyor, boynunda da bir trampet asılı peşinden de atlı kovalıyor. Başbakan’ın konuşmalarındaki tutarsızlığın ve AKP içindeki belirgin huzursuzluğun sebebi budur.

AKP’nin en önemli sorunu, elbette Kürt hareketidir:

Kürtlerin dindarlığına hitap eden Kürdi-İslami Hüda-Par gibi oluşumlara yol vererek “Zerdüşt ve dinsiz”(!) PKK’nın kitle tabanını daraltmaya, eşzamanlı olarak polisiye önlemlerle BDP ve KCK mevzilerini dağıtmaya çalışıyor bu arada, Büyük Kürdistan’ın kurulmasını (Türkiye’nin bölünmesini) önlemek için Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin federatif olarak Türkiye’ye bağlanması konusunda ABD ve Barzani’yle başarısız olduğu görülen bir pazarlık sürecini yürütüyor. AKP’nin bu konularda kendi kadro bütünlüğünü bile koruyamadığı görülüyor.

Birincisiyle bağlantılı olan ikinci sorun: Anayasa. Bu faaliyet alanındaki tahayyül dünyası öylesine geniş ki müstakbel başkan babamızın hayal alemini kitaba uydurmaya çalışan hukukçular bile geliştirdikleri tuhaf görüşleri utangaç bir üslûpla savunabiliyorlar: bize Amerika’daki gibi iki meclis uymaz, bir tane olsun halk valilerini ve müftülerini bizzat seçsin siyasi partiler kanunu toplumdaki bütün renklerin parlamentoda en demokratik biçimde temsiline imkân versin, fakat parlamento bizatihi kendisi siyasi bir partinin lideri olacak başkan babamızın tek bir emriyle feshedilebilsin gibi deli saçması görüşler anayasa profesörleri tarafından savunulabiliyor.

Böyle bir anayasa ancak ABD’nin Türkiye’yi fiilen işgal etmesi halinde yapılabilir. İzmir’in NATO Kara Kuvvetleri Karargâhı yapılması ve Patriotlar’ın gelişiyle birlikte fiili işgal başlamıştır. Tarih tekerrür ediyor. Sevr Antlaşması imzalanırken de Padişah tahtında oturuyor ve Cuma selamlığında “Padişahım çok yaşa! nidâlarıyla karşılanıp uğurlanıyordu.