Adnan

Yavuz Alogan'ın "Adnan" başlıklı yazısı 23 Nisan 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Son günlerde aklıma sık sık Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul romanının kahramanı Adnan geliyor. Yaşadığımız koşullarda başka ne gelecek? Ve Çeliğe Su Verildi’nin kahramanı Pavel Korçagin değil herhalde… O, yetmişli yılların başındaydı.

Adnan’ı en çok efkârlı haliyle hatırlıyorum. Bir yanda altı yüz yıllık hanedan, öte yanda isyan etmiş altı Osmanlı paşasının başlattığı neticesi meçhul direniş. İki arada bir derede kalan Adnan, bir de kitap yazar. Adı, “Yıkılan Vatan”.

Bugün, eminim, Türkiye’nin her yerinde yüzbinlerce efkârlı Adnan var. Bu Adnanlar, vatanın yıkılmakta olduğunu düşünüyorlar. Vatan da gerçekten yıkılıyor aslında. Yani Adnan’ınki paranoid bir tepki değil. Vatan yıkılıyor, üstelik görünürde direnen paşa da yok. Düveli Muazzama ise eskisinden çok farklı. Dretnotlarını Tophane Rıhtımı’na bağlamış, elde süngü İstiklal Caddesi’nde devriye gezmiyor. Görünmüyor bile… Havada, karada, evin yatak odasında, caminin minberinde, yargıçlar arasında, askeri mahfillerde, sendikalarda, medyanın neredeyse tamamında her şeyi dinliyor, görüyor ve bütün eğilimleri, olanı biteni inceden ölçüp biçerek yönlendiriyor. İktidarın sahibi olan şahıs ise şahsi menfaatlerini müstevlinin siyasi emelleriyle tevhid etmiş yani, kendi siyasi varoluşunu emperyalizmin çıkarlarına bağlamış. Vakit geçmiş ve gönül hicran şarabından birkaç yudum içmiş. Bu arada herkes sürecin neticelenmesini beklemeye geçmiş.

Vatan yıkılırken ortalık da yıkılıyor. Bu ikinci yıkılma, Mütareke dönemindeki gibi sadece Şişli-Beyoğlu-Nişantaşı’nın eğlence mekânlarıyla sınırlı değil. Bu mekânlar günümüzde hattı değil sathı tutmuş her yer Nişantaşı olmuş… Orta sınıf vatandaş “kafasını boşaltarak” AVM’lerde eğleniyor korkmadan, yılmadan ve usanmadan borçlanıp bol bol harcıyor geceleri boş sokaklarda televizyon ışıkları kıpraşıyor: dizi filmler, sörvayvır’lar, daha neler neler… ortalık yıkılıyor. Bu arada “süreç” devam ediyor.

Peki, Adnan ne yapacak? Bir şeyler yapıyor aslında. Mesela bayrak sallayarak Heyet-i Nâsıha’yı, yani âkil adamları yuhalıyor. Ya da heyetin toplantısında vatansever bir nutuk attıktan sonra, Anadolu’ya geçmeye karar veren kuvvacı çalımıyla salonu terk edip evine dönüyor.

Adnan’ın iki siyasi partisi var. Birincisi, yani MHP, iki büyük miting yaparak Adnanlar’a gaz verdi. Bu mitingleri her hafta bir ilde yapsa, AKP’yi çökertebilir. Fakat, korkuyor. ABD’nin ayağına dolanmadan ve AKP’yi çökertmeden nasıl yaparım da bütün Adnanları toplayıp oylarımı artırırım hesabı içinde felç oldu. İkincisi, yani CHP ise, bir tür “Sus, Kimseler Duymasın!” partisine dönüştü. İçinde kopan fırtınaları saklamaya çalışıyor ama beceremiyor. Yakınma ses tonuyla sürekli ağlaşan Lideri, nasıl yapsam da iki kanadımı bir arada tutarak oy oranımı korusam hesabı içinde tekerlenmekte. Her iki parti de AKP’nin hakaret, şantaj ve tehdidi altında inim inim inleyerek ve çözülerek, yeni anayasa sürecinde onun peşi sıra sürüklenmekte. Parlamento hızla kabuk değiştirerek, AKP’nin Kurucu İrade’sine dönüşmekte.

Adnan’ın feryat ederek bayrak sallamaktan başka yapabileceği bir şey yok.

Düzenin siyasi partilerini peşinden sürükleyen AKP barış rüzgârını arkasına almış rejim değişikliğine doğru gidiyor ve yaklaşan savaş öncesi, Düveli Muazzama’yla birlikte cephe gerisini tahkim ediyor.

Bugünkü Parlamento’dan çıksa çıksa AKP’nin anayasası çıkar. Bu durumda, işçilerin, sosyalistlerin, askerlerin ve devrimci öğrencilerin yolu açıktır. AKP anayasasının ilanına ve yeni Ortadoğu savaşının başlamasına az bir vakit kaldı. O zamana kadar mesafe alınmaz, en azından bir denge durumu oluşturulmazsa, Adnan’ın AKP’lileşmesi ve zaman içinde herkesin Adnanlaşması kaçınılmazdır. Tıpkı Ionesco’nun oyununda herkesin gergedanlaşması gibi… Fakat o zaman bile bir Berenger çıkacak ve insanlığın onurunu kurtaracaktır. Bunu yapmak için muhtaç olduğu kudret, 60’lı ve 70’li yılların devrimci gençlik ve işçi sınıfı hareketlerinin oluşturduğu kültür ve gelenekten başka bir yerde mevcut değildir.