Sanatın Gerekliliği

Bazı kitapları yeniden yeniden okumak, sizi geçmişteki sizle karşılaştırır. Yıllar öncesinden bugüne, bugünkü size söyleyecek sözleri vardır bazı kitapların.

Ernst Fischer'in Sanatın Gerekliliği böyle kitaplardan. Bu kez elimdeki kitap Sözcükler Yayınları'ndan. Dördüncü basımı. Cevat Çapan'ın temiz, harikulade çevirisiyle, duru bir su gibi akıyor.

Bir de John Berger,  her şeyi adeta görselleştiren anlatımıyla tatlı tatlı bir önsöz yazmış kitaba. Genelde kuramsal kitaplar malum, yaşam kadar yeşil olmayabilir her zaman. Ama Berger, dostunun son gününü anlattığı anı-önsözde o yaz da diğer yazlardaki gibi kalınan bu köydeki bir günü anlatıyor.

“Ernst Fischer yaz aylarında Styria'da küçük bir köyde geçirirdi. Lou'yla Ernst 1930'larda kendisinin ve iki kardeşinin eski arkadaşları, Avusturyalı üç kız kardeşin evinde kalıyorlardı. Evin yönetimini şimdi üstlenen üç kız kardeşin en küçüğü gizlendiği ve siyasal sığınmacılara yardım ettiği için Naziler tarafından tutuklanıp hapse atılmıştı. O zamanlar sevgilisi olan adam da benzer bir suçtan başı koparılarak cezalandırılmıştı.”

Kiralanan oda hakkında bilgi, köy; köyün yazları hep yağmurlu oluşu, bahçenin çalılıklarla çevrili söğüt ağacı, tahta bir masa ve iki arkadaşın bahçede sohbet ede ede yürümesi... Hah dedirtiyor, bu kitap ve diğer kitaplar böyle böyle yazıldı.  İşte bir kahve molası verildi. Bir sigara yakıldı. (yok sigara içmese daha iyi ama) Anya ve Lou'nun topladığı yaban böğürtlenlerinin tadına bakıldı. Neden olmasın?

Bunlar hep 1972 yazında oluyor.  Berger, “O gün hayatının son günüydü. Biz, elbette, nerdeyse akşam saat ona kadar bunu bilmiyorduk. Üçümüz de o günü onunla geçirmiştik: Karısı Lou, Anya ve ben. Şimdi yalnız o gün kendimin ne yaşadığını yazabilirim.” diye yazıyor önsözde.

O gün ayrıca aşktan konuşuyorlar.  Çünkü o gün,  “siyasi başlıklarda  onlardan karar vermelerini bekleyen bir konu yok.”

Son gün için hiç de fena sayılamayacak bir konu değil mi?

Bugünden 44 yıl önce, bir yaz günü, o günün fotoğrafı asılı kalıyor kitabın sayfalarını çevirirken. Anlatılamayan, hissedilen, ölümlü olduğumuza dair yüreğimizin köşesini kanatan bir sızı ile insanlığın ölüme sanatla meydan okuma coşkunluğu kalıyor geriye. Yaz çiçeklerinin kokusu taptaze.

Fischer, “kapitalizmin sonunda insanı yok edeceğine ya da o düzenin alt edileceğine inanan” biri. Ve “çürüyen bir toplumda, sanat doğru sözlüyse çürümeyi de yansıtmak zorundadır.” diyor

Sanatın kökleri üstüne düşünüp başlangıçtaki görevinin ne olduğunu anlatmaya yönelik bir kitap bu.

Başlangıçtan bugüne sanatın görevi nedir, hakikaten?

“Milyonlarca kişi kitap okuyor, müzik dinliyor, tiyatroya sinemaya gidiyor. Neden?” Çok yalın sorulardan, insanlık tarihiyle yaşıt olan sanatın tarihini, sanatın başlangıcını, sanatın kapitalizmdeki işlevini, gerçekliğin ne olduğunu, sanat yapıtlarında sanatçıların tutumlarını, öz-biçim ilişkisini, romantizmden, izlenimciliğe, doğalcılıktan, gizemciliğe, nihilizmden, parçalanmaya, yabancılaşmaya  bir dizi başlıkta dün- bugün diyalektiği içinde ve bin bir örnekle anlatıyor.

Tatlı sürprizlerle dolu kitap. “Tanrı hiç düşüncesini açıklamış mıdır?” diye soruyor Flaubert George Sand'e yazdığı mektupta doğalcı yapıtlardaki yazarın tavrını örneklerken.

Baudelaire, Poe, Rilke, Ezra Pound, Eliot, Eluard, Rimbaud, Musil, Mayakovski, Brecht, Kafka, Hemingway, Stendal, Zola, Mann, Goethe, Van Gogh, Diego Rivera, Shakespeare, Brueghel... Off off.

İnsanın gözünü, gönlünü, kültürünü, sevgisini, coşkusunu açan bir kitap Sanatın Gerekliliği.

Son söz:

“Kapitalizmde belli bir düzeyin üstüne çıkar her türlü sanat bir karşı çıkma, eleştirme ve bir başkaldırma sanatı olmuştur.” Değil mi? Test edin.

Ve Brecht “ Her şey böyle olduğu için böyle kalmayacaktır.”derken ben iyi pazarlar dileyeyim.