Yükseköğretim çiftliği

Yükseköğretim de, giderek AKP’nin çiftliğine dönüşüyor. Görev süresi bitmemiş olsa da, görevden alınmasını gerektirecek hiçbir yasal durum olmasa da, istendiği anda, YÖK başkanı görevden alınıp istenen kişiye bu görev verilebiliyor! İstenmeyen rektör adayı, üniversitesinde yüzde 86 oy almış olsa da, rektör yapılmıyor! OHAL, 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle ilişkili olsa da, istendiği anda bir OHAL KHK’si ile istenen kişiler (Fetöcü ihbarı yapılanlar da, Fetöcülükle ilgisi olmayanlar da) üniversiteden çıkarılıyor, rektör atama yetkisi bir tek kişiye veriliyor! İstenen kişiler, istenen üniversiteye rektör olarak atanıyor. Üniversiteye giriş sınavının değiştirilmesi isteniyor, anında değişiyor! “Talimat verdik yardımcı doçentlik kaldırılacak” deniyor, AKP yükseköğretim kuruluna (AKP-YÖK’e) dönüşen YÖK, anında bu talimat doğrultusunda harekete geçip yasa taslağı bile hazırlıyor.

Cumhurbaşkanı, "Cumhuriyet tarihinde bilimle, bilimsel çalışmalarla, araştırmayla, gelişmeyle en yakından ilgilenen Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın ben şahsım olduğunu iddia ediyorum. Olmaya da devam edeceğim" diyor. Yükseköğretim konusundaki yetki gücü de, herhalde bu düşüncesinden kaynaklanıyor.

Yardımcı doçentliğin kaldırılması konusundaki girişim, “Yardımcı doçentliğin sadece bir siyasi karar olduğu” düşüncesinden kaynaklanıyorsa, bu konuda, şu açıklamayı yapmak gerekiyor: Evet 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 12 Eylül 1980 ürünü olan her şeyde olduğu gibi, siyasal bir kanundur. Ancak, bu kanunun da bazı eğitsel yanları vardır ve yardımcı doçentlik konusu da, böylesi eğitsel kararlardan biridir.

2547 sayılı yasadan önceki Alman yükseköğretim ekolüne göre yapılandırılmış 1250 sayılı yasaya göre, üniversitede derslere yalnız doçent ya da profesörler girebiliyordu. Bu nedenle de üniversitelerde akademisyen sıkıntısı had safhadaydı. Devlet üniversitesi olsalar da, Amerikan yükseköğretim ekolüne yakın özel statüsü olan BÜ ile ODTÜ’de ise, derse girmek için (ABD’deki gibi) doktoralı olmak yetiyordu ve bu üniversiteler, akademisyen sıkıntısını diğer üniversiteler kadar çekmiyordu.

2547 sayılı yasayla, Alman ekolüne göre daha işlevsel olduğu için Amerikan ekolü -Amerika’daki uygulama- benimsenip yardımcı doçent unvanı ve kadrosu getirilmişti. Bu değişim siyasal değil akademik bir gereklilik olarak gerçekleşmişti. Benzer sıfat Amerikan üniversitelerinde de kullanılıyordu. Bilgi birikimi ve çalışma gücü açısından kişinin en verimli yılları doktorasını tamamladığı yıllar olduğundan, doktoralı kişilerin derse girmesi, öğrenci için ve akademik açıdan akılcıl bir uygulama oluyor. Doçentliğe ve profesörlüğe ilerlerken kişinin genel bilgi alanı daralırken uzmanlaştığı konudaki bilgisi gelişiyor, o kişilerden yararlanmak ancak uzmanı olduğu alan dersleriyle sınırlanıyor. Doçent ve profesörlerin derse girme hevesi ve coşkusu, genelde yeni doktoralı kişiler kadar da olamıyor. Ayrıca yardımcı doçentliğe atanan kişinin öğretim üyesi olması, o kişiye akademik yaşamda ek bir coşku katıyor. Asistan düşük ücretle ve üniversiteye pek yararı olmadan doçentliğe hazırlanırken, yardımcı doçent olan, biraz daha fazla ücret alarak, ders vermenin ve üniversiteye yararlı olmanın hazzını yaşayarak doçentliğe hazırlanıyor.

1982 yılında, üniversite sayısı artırılmış dolayısıyla akademisyen gereksinimi de çoğalmıştı. Günümüzde de, AKP, siyasal nedenlerle her yere üniversite açtığından, akademisyen gereksinimi devam etmektedir. Yardımcı doçentlik, bu gereksinimi karşılamak için en işlevsel ve akılcıl bir uygulamadır. Üstelik 35 yıldır, bu unvanın kullanılmasına yönelik anlamlı herhangi bir şikayet de yoktur. Var olan şikayetler, bu kadroların sınırlı sayıda olması, bu kadrolara atanabilme sürelerinin kısıtlı olması ve bazılarının doçent olmakta yaşadıkları zorluklarla ilgilidir.

Bazıları, yardımcı doçentin derse girmesi konusuna sıcak bakmamaktadır. Asistanların doçent olana kadar, doçentin/profesörün derslerine girerek usta-çırak ilişkisiyle geliştiklerini savunmaktadırlar. Ancak bu süreçte asistanın doçente/profesöre bağımlı olma olasılığı vardır. Ayrıca, asistanın öğretme becerisi konusunda öğrenecekleri doçentin/profesörün becerileriyle sınırlı kalmakta ve asistanlar arasında öğrenme farklılıkları olmaktadır.

Esasında YÖK, kırk yılda bir, 1999’da, yardımcı doçentliği daha da etkinleştirecek doğru bir karar alıp doktora yapanlara, eğitim fakültelerinden öğretme ve ölçme konularında en az iki ders almaları koşulunu getirmişti. Bu koşulla yetişip yardımcı doçent olanlar, hem alan bilgisine hem de belirli ölçülerde eğitim-öğretim becerisine sahip olarak görev yapabiliyor.

Bu gerçekler ışığında yardımcı doçentliği kaldırmanın bir yararı bulunmuyor. Bu bağlamda akla, “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” sorusu geliyor. Yanıtını ise, kadrolaşmada, piyasalaşmada ve/ya da gericileşmede aramak gerekiyor.


[email protected]