Türk İş'in Sendikal Anlayışı Çökmüştür!

Türk İş 1952 yılında kurulduğunda sendika üyelerinin hemen tümü kamu işletmelerinde çalışan işçilerdi ve sendikaların grev hakkı yoktu. Türk İş’in grev hakkı için herhangi bir talebi ya da mücadelesi de olmadı. Partiler üstü olduğunu ve ideolojik bir örgüt olmadığını savunan Türk İş, işçi sınıfı adına gerçekten de ideolojik bir tavır sergilemedi. Ama Türk İş, soğuk savaşın hararetli ortamı içinde ABD ile yakın ilişkiler kurarak, işçileri sosyalizmden uzak tutmak üzere anti-komünizmin propaganda aracı olmak gibi bir işlev üstlenmekten de geri durmadı.

1961 Anayasası ve 1963 yasalarıyla grevli toplu sözleşme hakkının elde edilmesiyle birlikte sınıf mücadelesinin hareketlendiği süreçte de Türk İş, partiler üstü bir politika izlediği savunusunu devam ettirdi. Özel sanayi işletmelerinin hızla arttığı bu dönemde sırtı devlete dayalı sendikacılıktan vazgeçmedi ve özel sektör işçilerini örgütlemekten uzak durdu. Amerikan sendikacılığının işyeri/ücret sendikacılığı anlayışını benimseyen Türk İş’in devlete dayanan sendikal anlayışının 1960’lı 70’li yıllarda bir karşılığı vardı. Çünkü hem işçi kesiminin önemli bölümü kamuda çalışıyordu hem de o dönemde sosyal devlet düşüncesi halen geçerliydi.

Türk İş’in giderek büyüyen işçi sınıfından ve onun mücadelesinden uzak durması, özel sektörün ağırlık kazandığı iş kollarında örgütlü sendikaların Türk İş’ten ayrılıp DİSK’i kurmasının da en önemli gerekçesi oldu. Gerek 12 Mart gerekse 12 Eylül darbeleri DİSK’i ve Türkiye işçi sınıfını ezerken Türk İş, hala “partiler üstü olmak” ve “ideolojik tavır almamak” gibi yaklaşımlarla dolaylı olarak sermaye sınıfına destek oluyordu. 12 Eylül darbesi ardından işçi sınıfının görülmemiş biçimde ezilmesine sessiz kalan Türk İş içinde özellikle özel sektörde örgütlü sendikalar arasında muhalif sesler yükselmeye başladı. 1994 ve 2001 krizleri ardından özelleştirmeler ve işçi haklarına yönelik saldırılar karşısında etkisiz kalan Türk İş içinde bu muhalif sesler daha da arttı ama elden giden haklara ve yaygınlaşan özelleştirmelere karşı durulamadı. Böylece Türk İş bir taraftan örgütlülüğünün en yoğun olduğu kamu işletmelerini kaybederken diğer taraftan da örgütlü ve örgütsüz emekçilerin güvenini kaybetti.

Mustafa Kumlu başkanlığındaki yönetim, Türk İş’in kuruluşundan gelen yapısal sorunların yanında darbe dönemleri dahil olmak üzere işçi haklarına en fazla saldırıyı gerçekleştiren AKP hükümetinin vesayeti altında olduğu iddialarıyla başa geldi. SSGSS’nin yasalaşma süreci ve 2008 krizinde aldığı tavır Türk İş’in AKP hükümetinin vesayeti altında olduğu iddialarını her bakımdan destekler nitelikteydi.

Sümerbank’tan SEKA’ya, demir çelik fabrikalarından petrol rafinerilere kadar pek çok kamu işletmesi özelleştirilirken ve işletmelerdeki kamu işçileri işten çıkartılıp ya da 4-C gibi uygulamalara maruz bırakılırken Türk İş’in sesi çıkmadı. Ama artık Türkiye’nin en büyük işçi örgütü görünümündeki Türk İş yolun sonuna gelmiştir. Sınıf perspektifinden tamamen uzakta devletin ve sermayenin etkisi altında geçen 58 yıllık deneyimle Türk İş’in sendikacılık anlayışıyla bir yere varılamayacağını Türk İş üyesi emekçiler de artık anlamaya başladı ve 17 Ocak’ta olduğu gibi Başkan Kumlu’ya ve yönetime istifa sesleri ile Ankara sokaklarını inlettiler.

Evet, gerek Türk İş gerekse Türkiye sendikal mücadelesi için artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı kesin olarak söylenebilir. Peki, bundan sonra ne olacak sorusuna cevap olarak her şeyden önce Türk İş dışındaki sendikaların da Türk İş’ten daha iyi durumda olmadığını tespit ederek başlamak gerekir. Bugün işçi örgütü olarak ne DİSK’in ne de Hak İş’in durumu Türk İş’ten daha iyi değildir. KESK dahil olmak üzere kamu emekçi sendikaları için de farklı bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Hal böyle olunca Türk İş’in yerine konulabilecek hali hazırda yeni bir adres olmadığını belirtmek gerekir. Bundan sonrası için murat edilen ya Türk İş’in ve diğer sendikal yapıların içinde daha sınıfsal konum almış kesimlerin etrafında sendikal mücadelenin yeniden yapılanması ya da işçi sınıfının tümünü kapsayan yepyeni bir sendikal yapının ortaya çıkmasıdır.

Seçilen bunlardan hangisi olursa olsun gerçek olan mevcut sendikal anlayışların işçi sınıfının ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzakta kalmış olduğu ve yeni bir sendikal anlayışa şiddetle ihtiyaç duyulduğudur ..!