Aptallığın egemenliği

Kuyuya taş atan akılsız da, çıkarmaya çalışanlar çok mu akıllı? Ticani sakallının biri “çalışan kadın fuhuşa destek oluyor” türü hırıldanmaya görsün, toplumda “yorum hamaratlığı”  başlıyor! Vekiller, uzmanlar, ilahiyatçılar... Herkes “kuyudaki taş”ın peşinde! Son karar için tv’ler “konuyu halka soralım” diye kolları sıvıyor, Meclis’teki vekillerden sokakta insanlara dek “konuya ilişkin düşünceler” soruluyor! Gazeteler, “çoğunluğun düşüncesi” için “evet, hayır” anketlerine başlıyor. Öyle ya, “demokrasi”de seçim önemli, tek doğru çoğunluğun dediği! Muhabirin sokakta mikrofon uzattığı bir aptal,”efendim” diyor, “Hocamız Kitaba dayanarak söylediyse doğrudur! Belki de artan fuhuşa çare olarak söylemiştir”! Muhabir, “yani?” dediğinde adam, “yani, yine doğru”!

Hele ki diktatörün kehanetleri! En derin kuyudan daha karanlık haldeki ortama attığı “kadınla erkek eşit değildir” türünden bir “taş” cümlesinin,  “nereden gelip nereye gittiğini” bulmak için toplumun her kesiminde en az bir hafta sürecek “arama faaliyeti” başlıyor! “Son kararı halk verir” diyerek muhabirler yine “halka sormak” için” sokağa çıkıyorlar! Muhabirin düşüncesini sorduğu örtülü hanım, “zaten Rabbim bizi erkeğin kaburga kemiğinden yaratmamış mı” diyor.

Bazen muhabirler sokaktaki halkın “akıl nabzı”nı da yokluyor! “Nesli tükendi deniyor, ama Türkiye’de bir dinazor göründü, sizce koruma altına almak gerekir mi” diye soran muhabiri, “evet, koruma altına almalı” diye yanıtlayan da var, “Cenabı Allah’ın neslini tükettiği şeyi korumak olmaz” diye yanıtlayan da. (İki yanıtın sahibi de üniversite öğrencisi, ikincisi türbanlı bir “hanım kızımız”!) Zekâ yarışmalarına gelince: “Tuz Gölü nerede” sorusunu “Rusya’da” diye yanıtlayan da var, “Kıbrıs’ın Karadeniz’de olduğunu” söyleyen de. Eh, en yüksek makamda oturan kişi, “Amerika’yı Müslümanlar keşfetti” demedi mi? Hadi, buraya kadar “zırva, komik” deyip geçelim, ya sandık? Ülkenin kaderini zırvanın tayin etmesi de mi komik?

Cehaletle cesaret arasında gizli bir uyum mu var acaba? Bakıyorum,  fikri sorulunca en cesur konuşanlar, en cahiller! “Dönen dolabın” biraz farkında olanların çoğu ürkek! “Zorunlu din dersi anaokulundan başlamalı mı” sorusuna, dinci, “çocuklarımızın dinimizi öğrenmesi niye kötü olsun” diye çemkiriyor, cahil “çok yerinde bir karar” diye çalkanıyor! Aklı başında olanlardan “elbette kötü, topluma yapılabilecek en büyük kötülük! Her şeyden önce tek inancın dayatması, dinci faşizmin karanlık hesabı” diye öfkesini dışa vuran neredeyse yok! Konu cami, ezan falan olduğunda manzara yine aynı. Cami dikmedikleri yer kalmadı, koruma altındaki yeşil alanlar ve sahillere dek uzandılar. En ufak tepkiye dincilerin en yumuşak yanıtı, “ezan sesinden rahatsız mı oldunuz” türü hırıldanma! İlericiler ise, ne düşündüklerini “camiye karşı değiliz ama burası sit alanı” falan diyerek “dinci tepkiye bulaşmadan” söylemek için, bin dereden su getiriyor. “Evet, beni rahatsız ediyor! Her köşede, her sokakta caminin ne işi var? Evin iki yanında sabahın köründe, mikrofandan bangır bangır bağıran imam sesiyle uyanmak zorunda mıyım? Sabah namazına kalkacak kişinin evine bir çalar saat koyması çok mu zor” demek sanki suç, diyen yok!

Dinci yobazlık, karanlığın en koyusudur. Düşünmeye değil tapınmaya, akıl gücüne değil akıl güçsüzlüğüne dönüktür. Tapınmak aydınlanmaya, gelişmeye, bilime, insanın ve toplumun özgürleşmesine değil, aptallaşmaya, köleleşmeye hizmet eder. Bir toplum için en büyük tehlike “tapınmacılığın”, yani aptallaşmanın yaygınlaşmasıdır. Öyle bir toplum, teslim olmuş toplumdur. Akıl gücünden yoksun bir toplumu paranın güçlüleri yönetir. Bayrağı korkudur. Sandık, bu teslimiyeti perçinler! Kaderi değiştirecek olansa, örgütlü halk güçleri, cesaret ve sokaktır!

 

* * *

Neden acaba aklı olan insan evrenin en aptalı

Arıya sordum, “ben balımla doymasını bilirim” dedi

Eriğe sordum, “ben dalıma uymasını bilirim” dedi

Doyumsuz ve uyumsuz insansa ha bire kendini yedi