Toroslar sığar mı ki Karacaoğlan türbana sığsın?
Mersin Atatürk Parkı’ndaki, “Karacaoğlan’ın Elif’e aşkını simgeleyen” üç metrelik tunç heykel de yobazlardan “kısmet”ini almış, saldırganlar gece karanlığında ilkin Karacaoğlan’ın sonra da sevgilisi Elif’in kollarını demir testeresiyle kesmişti. Heykeltraş Metin Yurdanur, 1991’de yaptığı heykelin “Deniz kıyısında iken 2000 sonrasında parkın ücra bir köşesine taşındığını” söylüyor. Bu uygulama nedeniye Belediyeyi “ağaçlar büyür ama heykel büyümez” diyerek heykelin eski yerine getirilmesi için uyarmış. Sevda ozanı Karacaoğlan yüzlerce yıldır halkın gönlünde yüzlerce kat büyüyen ölümsüz bir ata ozan olduğu için, Yurdanur’un heykelini ağaçlarla “büyüme yarışı” içinde düşünmesini geçiyorum! Esasa, yani dinci yobazlığın Karacaoğlan’a duyduğu kine gelirsek: Heykeltraş’ın bu konuda da kafası muglâk! “Bu saldırıyı yapanların bilinçli olarak heykel düşmanlığı yaptığına ihtimal vermek istemiyorum, birkaç kendini bilmez yapmıştır, heykeli daha açık, daha aydınlık bir yere taşırsak bu tür saldırılar olmaz” diyor. Bu “tahmin”ini de heykeltraşın “saflığı”na verip geçiyorum. Çünkü Karacaoğlan’ı “yumruğu”yla değil “umduğu”yla savunduğu için, bu düzende “umduğu”yla değil “bulduğu”yla yetinmek zorunda! Yine çünkü: Karacaoğlan’ın özgürlük mekânı parkın karanlık ya da aydınlık köşeleri değil, dinci yobazlık sisteminin alaşağı edildiği aydınlık toplumdur. 2008’de Mine Şenocaklı’nın benimle yaptığı söyleşide, “yüzyıllar önce Karacaoğlan, ‘Aşık bilir aşıkların suçunu / Cennet sandım yâr koynunun içini / Tarayıp zülfünü düzelt saçını / Hilal kaş üstüne sal kara gözlüm’ demiş. Siz şimdi türbanın mı yanındasınız, Karacaoğlan’ın mı? Sevdiğinin saçlarını bu kadar güzel anlatan ozanların çıktığı bu topraklarda, Katar’dan mı, Bahreyn’den mi, her nereden gelmişse, saçı gizleyen türbanı mı tartışacağız? Kökünüz türban mı, Karacaoğlan mı, karar vereceksiniz! Eğer Karacaoğlan’sa türban tutmaz” demiştim. Bakmayın siz imamın “yüzde 50” şişinmesine! Karacaoğlan gibi atası olan halk esmeye görsün, “sel gider kum kalır”! Bırak testereli saldırıyı, Karacaoğlan’a dil uzatmak bile dinci faşistliktir! Onu hedef almaları boşuna değil, karanlıkta saldırmaları da! Düşman bildikleri Karacaoğlan’a halkın tutkusundan ölümüne korkuyorlar. Saldırganlar heykeltraş Yurdanur’un sandığı gibi “birkaç kendini bilmez” değil. “Muhafazakâr sanat” adlı yobazlığın temsilcileri, dinci sistemin en üst makamlarında. Hem de “prof, akademisyen” sıfatlı! Prof. İskender Pala, “düğmelerin falan dar geldiğini anlatan türküler var, tahrik edici ve ahlak dışı oldukları için yasaklanmaları gerekir” demedi mi? “Sıkça dikmiş kız döşünün düğmesin / Sıkmış, memelerim gerilsin deyi” türündeki Karacaoğlan türkülerinden kasıtla! Aynı şahıslar, “siyasi rant” iştahıyla cenazesine “akbaba” gibi üşüştükleri Neşet Ertaş için de, daha mezarı kurumadan “onun türkülerinde ahlâkla çelişen erotizm vardır” diye ulumadılar mı? Pornoyla erotizmin farkını ayırt edemeyen cehaletin, yobazlığı “akıl, bilgi, ahlâk” diye sunması ve Karacaoğlan’a saldırması normaldir. Bu kafa, “anasının dizinden tahrik olan” kafadır! Bu kafa, 6 yaşındaki çocuğun saçına cinsellik yükleyen kafadır! Bu kafa sokakta gördüğü hamile kadını pornografik bulan kafadır! Ellerinden gelse ne Yunus kalacak, ne Pir Sultan! “Ben bu zerrak (ikiyüzlü) sofulardan / Gayri bir şeytan bilmezem” diyen Kaygusuz Abdal günahkâr, Neyzen desen zaten cehennemlik! Dedim ya, ellerinden gelse Anadolu kültürü “sil baştan” olacak! Dinci yobazlığın güvelenip sinsice kemirmediği ne geleneksel kültür kaldı ne çağdaş kültür. Bale, tiyatro, opera, heykel derken halkın yüzlerce yıllık türkülerine dayandılar. Ama unuttukları şu: Hiçbir şey ruhun öz besinine kavuşması için verilen kavgadan daha güçlü, daha dirençli, daha muhteşem olamaz. Fidanın öz besini toprağıysa, insanınki de sevdasıdır! Sevdanın Karacaoğlan’dan yüce atası mı var?. Bir yanda Karaca’nın açıldıkça rüzgârlaşan nefesi, bir yanda saçlara sıkı sıkı kapanan türban! Bana “hangisi kalıcı” diye soracak olsanız, “dalga mı geçiyon allasen” diye gülesim gelir! Hayatın kendisi meydan!
* * *
Hayat Yaşar Kemal’imizi uğurladı; döşeği Toroslar, yorganı gökyüzü olan Karaca’nın, Dadal’ın, Yunus’un yanına; yağmur, rüzgâr ve ırmaklar atalarımızın kanatlarıdır; gökte yıldız, dalda tomurcuk, yürekte umut; öksüze kardeş, güçsüze candaş, mazluma yoldaş; onlar onurlarıyla geçtiler bu dünyadan, ölüm kavramının çeperlerini kırarak; ondan ki her an hayatımızdalar
Bu yazı soL dergisinin 5 Mart 2015 tarihli sayısında yayımlanmıştır.